0

Tasavvuf yolunun ilk basamağını incitmemek, son basamağını da incinmemek olarak tanımlar Hak dostları. Kemalat noktasını arzulayan bir gönül, önce kırmamayı öğrenmeli, yolculuğunun son aşamasında da hiçbir şeyden elem duymamanın lezzetini yudumlamalıymış. Tükenmesi aşikar bir ömür için, yüreğine dikenler batarken bile sesini örtmek pahasına, zor değil incitmemek. Nasılsa sükûtun sarıldığı her sabır anı, geçip gitmesi muhtemel bir rüya…

Peki diğer adı "nazargah-ı ilahi" olan kalp dergahı, onca rüzgarın, tipinin, yağmurun şiddetine nûrdan bir şemsiye ile cevap verirken incinmemekle nasıl tanışabilir? Aslında hep kırmamak istikametinde sergilenen hassasiyet, bir kırılmanın gizli ismi değil midir? Kişinin içine düşen kırgınlık ateşi, hakiki bir değer ihtiva ediyorsa diğer ateşlere benzemez; ulu orta bağırmaz o, haykırış telaşına düşmez. Hüzünlü yüreğin dış dünya ile arasına girerken, içe dönüş yaşatacak kadar tesiri altına alır sahibini. İncitmenin mağrur mücadelesine, incinmemek motifli bir duvar örmek… Bilmediğinden ziyade hep bildiği ile sınanan insanoğlu için, ne ağır bir imtihan bu ateşten gömlek.

Yunus Emre "sövene dilsiz, vurana elsiz gerek" derken, asırlar öncesinden ümmetine seslenir benim Gül kokulu peygamberim; Faziletlerin en üstünü; aranızdaki akrabalık ve dostluk bağlarını koparanı senin arayıp sorman, seni mahrum bırakana senin ihsanda bulunman, sana sövüp sayana, çirkin sözler söyleyene müsamahalı davranman ve zulmüne maruz kaldığın insanı bağışlamandır.

İslam'ın eli, müthiş bir ahenk ile dizayn edilen kainat nizamında zor olanı koymuş terazinin güzellik kefesine. Buna rağmen insan eli, dokunduğu her şeyi soldurmaya, parçalamaya, kurutmaya, çürütmeye mahkûm ve aşina. Nasıl olacak o halde; rakik bir gönlün ev sahipliğini yapan insan insana böylesine mecburken ve kulluk medeniyeti toplumlarla inşa edilmişken kırmamak kadar kırılmamakla nasıl barışacak kalplerimiz?

Somut bir sesi olsa huzurun, aşkın, mutluluğun… İlahi nidanın "ol!" emriyle dile gelse, eğilip kulaklarımıza konuşuverse bir kere. Sükûtuyla güzelleştirdiklerini kelimelerle nasıl çirkinleştirdiğimizi anlatsa. Düşüncesizce sarf edilen her cümlenin, yapılan her fiilin yıllara dağılan bir bedel ve nedametle cevap bulduğunu fısıldasa. Başkasında olan ve olmayan ne varsa mütemadiyen konuşurken, gönül aynasına bakmayı unuttuğumuzu, kendimizle meşgul olmayı tehir ederek ömür sermayesini doldurduğumuzu haykırsa… Toplum olarak şu sıralar en çok yaptığımız ve aslında yaparken farkında olmadan ayırdığımız, acıttığımız, ağlattığımız "yersiz eleştiri" diğer bir ifadeyle "kuru gürültü" üzerinde dursa…

Farkında olarak ya da olmadan yaşadığımız her detay bize, halk içinde Hak ile olma şuurunu anlatır. Belki, geldiğimiz ve gideceğimiz diyarı unutmadan bu ölçü üzerinde olmaya –hiç değilse- gayret gösterirsek incitmemek nakışlı yollardan incinmemek vakarıyla geçmeye muktedir olabiliriz.

Selam ile.