Hayat memat meselesi
Devletin, sivil toplum kuruluşlarının ve alicenap halkımızın kendini parçalayarak mücadele ettiği deprem sonrası süreç bir kısım gruplarca zehirlenmeye çalışılıyor. İnsanların canlarını kurtarma telaşında iken bile soğukkanlılıkla yalan söylemeye ve provakatif paylaşımlar sürdürmeye devam eden bu ruh halinin varlığını bilmek bile korkunç bir his. Kendi halkına ve ülkenin akıbetine düşman bir kitle ile yüzlerce yıldır birlikte yaşıyoruz.
Felaketin uçsuz
bucaksız dalgaları içinde kendisine yardım yetişmeyen depremzedelerin
feryatlarına kim ne diyebilir? Oysa, Youtube kanalı sahibi Fester Abdü, deprem
bölgesinde jammer denen sinyal kesici araçların dolaştığını hiç çekinmeden söyleyebiliyordu.
Askeri ekiplerin kullandığı radyo frekans cihazları olduğu ve yıkılan
bölgelerin haritalandırılmasında kullanılan alet için jammer demek ne kadar
masum bir tespit olabilir? Deprem bölgesinde, olayın ilk günlerinde bile depremzedelerin
telefon ve internet erişiminin devlet tarafından kesilmesi için araç gezdireceği
düşüncesi, tahayyülü ve bunun geniş kitlelere taşınması masum kabul edilebilir
mi?
İlk önce
Atatürk Barajı’nda çatlakların olduğu sonrasında Hatay’ın Yarseli Barajı’nın
patladığı iddiaları halkın güvenliğini düşündükleri için mi yoksa düzene giren
yardım çalışmalarını kaosa çevirmek için mi dolaşıma giren yalanlardı?
Malatya’da Kızılay Bölge Kan Merkezi’nin yıkıldığını yayanlar, Adana
Havalimanı’nın ikinci bir karara kadar uçuşlara kapatıldığını söyleyenler,
Mersin Şehir Hastanesi ağır hasar aldığını ve hastalar tahliye edildiğini
paylaşanlar, deprem bölgesinde yerel drone yerine işgalci İsrail’e ait insansız
hava araçlarının kullanıldığını söyleyenler masum endişelere sahip insanlar
olarak değerlendirilebilir mi? Bir merkezden yaratılan beyin fırtınasında
ortaya çıkan paket yalanlar ile hedeflenen; kargaşa ortamı, güvensizlik, kaçış
psikolojisi ile enkazları ve yardım çalışmalarını terk etme beklentisi değil
miydi? On binlerce kişi, enkaz altındaki binlerce kişiye ulaşmaya çalışırken,
bir o kadar insan da buna mâni olmaya çalışıyordu; dünyanın hiçbir ülkesinde
olmayacak bir alçaklık haliydi yaşananlar.
Bütün
kötülükler bunlardan ibaret değildi. Daha ilk günden itibaren Suriyeli
provokasyonları da dolaşıma girdi. Suriyeli yağmacılar yakalandı diye yere
yatırılmış insan görüntüleri paylaşılıyor, araştırınca ceza infaz
kurumlarındaki isyandan kareler olduğu aydınlatılmıyordu. “Cumhurbaşkanı
yardımcısı sol tarafta konuşuyor, sağ taraftaki mavi yağmurluklu Suriyeli canlı
yayında itfaiye erinin telefonunu çalıyor” diye paylaşım yapan yürüyen provokatör
Ümit Özdağ’ın büyük puntolarla hedef gösterdiği kişinin Diyanet personeli bir
Türk olduğu küçük puntolarla düzeltiliyordu. Gazeteci kılığında televizyona
çıkan ve Özdağ ile aynı yolun yolcusu olan Şirin Payzın, “Burada maalesef
düzensiz göçmenler çok fazla. Çıkarılan cenazelerin parmaklarından alyansları
yüzükleri alındı.” Derken Uğur Kardaş isimli şahıs da “Afganlar bilezik
için cesetlerin kolunu kesiyor” diyerek ağlıyordu. Aynı şahıs tutuklanmadan
önce bu iddiayı gözleriyle görmediğini, duyum aldığını itiraf ediyordu. Yabancı
düşmanlığın son yıllarda artış gösterdiği ülkemizde bu tip operasyon
elemanları, şehirlerin içine pimi çekilmiş bombaları adeta bırakıyor ve
akabinde suçsuz yere şiddet gören göçmen haberleri ardı ardına gelmeye başlıyor
ne yazık ki.
“AFAD’a
güvenmiyorum”, “Kızılay’a güvenmiyorum”, “İktidar’a güvenmiyorum”
diyen TİP, EMEP, HDP ve bir kısım CHP üyelerinin Hatay’ın bazı sokaklarını
kurtarılmış bölgeye çevirip, komünleştirip yardım çalışmaları yaptıklarını,
sanal yardım organizasyonlarıyla enkazın altına girmeden, yaralılara
dokunmadan, sahada donmadan birkaç yüz kişiyle ilgilenip oluşturdukları bu organizasyonlarla
devlete meydan okuduklarını gördük. Hatay-Antakya merkezinde kalan, başka yere
dokunmayan bu elit yardım çalışmaları beraberinde Hatay için karamsar tablolar
üretmeye evrildiklerini gördük. Samandağı ilçesine yardım gelmedi haberlerini
veren siyasetçinin yardımları babasının çiftliğine istiflediğini kaydetmemiz
gerekmez mi? Hatta Şirin Payzın “Antakya’nın yerlisi Hristiyan, alevi, az
Yahudi ve Sünnilerden oluşuyor. Bu dengedir kenti çok kıymetli yapan”
diyerek şehrin Hıristiyan ve Alevi demografisinin değiştirilmek istendiğini
yazıyordu. Tüm bunlar yazılırken AFAD, enkazlardan depremzede çıkarmaya devam
ediyordu. Hatay’a mezhebi taassuplardan dolayı bile isteye yardım gitmediğini
yazanlar Hatay dışında hiçbir yere uğramadılar. Oysa AFAD bünyesinde hizmet
veren onlarca İslami duyarlılıklı STK, 10 deprem şehrinde ayak basmadık yer
bırakmadılar. Seküler dernekler ve popüler sanatçılar ise Hatay dışına
neredeyse çıkmadılar. Hatay’ı ülkenin her an kopacak bir uzvu gibi gösteren,
olmayan riskleri olağanüstü tehditler gibi servis edip bölgesel kargaşalık
çıkarmak isteyenlerin Hatay üzerinden hedefleri ne olabilir? Bir şehrin ülkeden
kopmaya bu kadar yakın olduğunu uyduranların niyetinin masum bir endişe
olduğunu kim söyleyebilir?
Etkisi
kitlesinin çok üstünde olan bu karanlık etki ajanları görevlerini yaparken
halkımız yardım için cansiperane uğraşmaya, binlerce tır bölgeye akmaya ve
milyonlarca insan gece gündüz süreci dualarla takip etmeye devam ediyordu. Deprem
şehirlerinde Özbekler Özbek pilavı dağıtıyor, Suriyeliler İdlib’te ekmek yapıp Hatay’a
gönderiyor, Uygurlar yemek yapıyor, Çeçenler arama kurtarma işlemlerine dahil
oluyor, Filistinli arama kurtarma ekipleri enkaz altında çalışıyor, Cezayir
ekibi 7. günde hayat kurtarıyor, Azerbaycan neyi var neyi yoksa paylaşıyor,
Katar kesesinin ağzını açıyor, Afganistan’dan Arakan’a kadar tüm gariban
Müslümanlardan bile yardım geliyor ve kötülere rağmen iyiler ayakta durmaya
devam ediyordu.