Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
16 Şubat 2023

Hayat memat meselesi

Devletin, sivil toplum kuruluşlarının ve alicenap halkımızın kendini parçalayarak mücadele ettiği deprem sonrası süreç bir kısım gruplarca zehirlenmeye çalışılıyor. İnsanların canlarını kurtarma telaşında iken bile soğukkanlılıkla yalan söylemeye ve provakatif paylaşımlar sürdürmeye devam eden bu ruh halinin varlığını bilmek bile korkunç bir his. Kendi halkına ve ülkenin akıbetine düşman bir kitle ile yüzlerce yıldır birlikte yaşıyoruz.

Felaketin uçsuz bucaksız dalgaları içinde kendisine yardım yetişmeyen depremzedelerin feryatlarına kim ne diyebilir? Oysa, Youtube kanalı sahibi Fester Abdü, deprem bölgesinde jammer denen sinyal kesici araçların dolaştığını hiç çekinmeden söyleyebiliyordu. Askeri ekiplerin kullandığı radyo frekans cihazları olduğu ve yıkılan bölgelerin haritalandırılmasında kullanılan alet için jammer demek ne kadar masum bir tespit olabilir? Deprem bölgesinde, olayın ilk günlerinde bile depremzedelerin telefon ve internet erişiminin devlet tarafından kesilmesi için araç gezdireceği düşüncesi, tahayyülü ve bunun geniş kitlelere taşınması masum kabul edilebilir mi?

İlk önce Atatürk Barajı’nda çatlakların olduğu sonrasında Hatay’ın Yarseli Barajı’nın patladığı iddiaları halkın güvenliğini düşündükleri için mi yoksa düzene giren yardım çalışmalarını kaosa çevirmek için mi dolaşıma giren yalanlardı? Malatya’da Kızılay Bölge Kan Merkezi’nin yıkıldığını yayanlar, Adana Havalimanı’nın ikinci bir karara kadar uçuşlara kapatıldığını söyleyenler, Mersin Şehir Hastanesi ağır hasar aldığını ve hastalar tahliye edildiğini paylaşanlar, deprem bölgesinde yerel drone yerine işgalci İsrail’e ait insansız hava araçlarının kullanıldığını söyleyenler masum endişelere sahip insanlar olarak değerlendirilebilir mi? Bir merkezden yaratılan beyin fırtınasında ortaya çıkan paket yalanlar ile hedeflenen; kargaşa ortamı, güvensizlik, kaçış psikolojisi ile enkazları ve yardım çalışmalarını terk etme beklentisi değil miydi? On binlerce kişi, enkaz altındaki binlerce kişiye ulaşmaya çalışırken, bir o kadar insan da buna mâni olmaya çalışıyordu; dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak bir alçaklık haliydi yaşananlar.

Bütün kötülükler bunlardan ibaret değildi. Daha ilk günden itibaren Suriyeli provokasyonları da dolaşıma girdi. Suriyeli yağmacılar yakalandı diye yere yatırılmış insan görüntüleri paylaşılıyor, araştırınca ceza infaz kurumlarındaki isyandan kareler olduğu aydınlatılmıyordu. “Cumhurbaşkanı yardımcısı sol tarafta konuşuyor, sağ taraftaki mavi yağmurluklu Suriyeli canlı yayında itfaiye erinin telefonunu çalıyor” diye paylaşım yapan yürüyen provokatör Ümit Özdağ’ın büyük puntolarla hedef gösterdiği kişinin Diyanet personeli bir Türk olduğu küçük puntolarla düzeltiliyordu. Gazeteci kılığında televizyona çıkan ve Özdağ ile aynı yolun yolcusu olan Şirin Payzın, “Burada maalesef düzensiz göçmenler çok fazla. Çıkarılan cenazelerin parmaklarından alyansları yüzükleri alındı.” Derken Uğur Kardaş isimli şahıs da “Afganlar bilezik için cesetlerin kolunu kesiyor” diyerek ağlıyordu. Aynı şahıs tutuklanmadan önce bu iddiayı gözleriyle görmediğini, duyum aldığını itiraf ediyordu. Yabancı düşmanlığın son yıllarda artış gösterdiği ülkemizde bu tip operasyon elemanları, şehirlerin içine pimi çekilmiş bombaları adeta bırakıyor ve akabinde suçsuz yere şiddet gören göçmen haberleri ardı ardına gelmeye başlıyor ne yazık ki.

AFAD’a güvenmiyorum”, “Kızılay’a güvenmiyorum”, “İktidar’a güvenmiyorum” diyen TİP, EMEP, HDP ve bir kısım CHP üyelerinin Hatay’ın bazı sokaklarını kurtarılmış bölgeye çevirip, komünleştirip yardım çalışmaları yaptıklarını, sanal yardım organizasyonlarıyla enkazın altına girmeden, yaralılara dokunmadan, sahada donmadan birkaç yüz kişiyle ilgilenip oluşturdukları bu organizasyonlarla devlete meydan okuduklarını gördük. Hatay-Antakya merkezinde kalan, başka yere dokunmayan bu elit yardım çalışmaları beraberinde Hatay için karamsar tablolar üretmeye evrildiklerini gördük. Samandağı ilçesine yardım gelmedi haberlerini veren siyasetçinin yardımları babasının çiftliğine istiflediğini kaydetmemiz gerekmez mi? Hatta Şirin Payzın “Antakya’nın yerlisi Hristiyan, alevi, az Yahudi ve Sünnilerden oluşuyor. Bu dengedir kenti çok kıymetli yapan” diyerek şehrin Hıristiyan ve Alevi demografisinin değiştirilmek istendiğini yazıyordu. Tüm bunlar yazılırken AFAD, enkazlardan depremzede çıkarmaya devam ediyordu. Hatay’a mezhebi taassuplardan dolayı bile isteye yardım gitmediğini yazanlar Hatay dışında hiçbir yere uğramadılar. Oysa AFAD bünyesinde hizmet veren onlarca İslami duyarlılıklı STK, 10 deprem şehrinde ayak basmadık yer bırakmadılar. Seküler dernekler ve popüler sanatçılar ise Hatay dışına neredeyse çıkmadılar. Hatay’ı ülkenin her an kopacak bir uzvu gibi gösteren, olmayan riskleri olağanüstü tehditler gibi servis edip bölgesel kargaşalık çıkarmak isteyenlerin Hatay üzerinden hedefleri ne olabilir? Bir şehrin ülkeden kopmaya bu kadar yakın olduğunu uyduranların niyetinin masum bir endişe olduğunu kim söyleyebilir?

Etkisi kitlesinin çok üstünde olan bu karanlık etki ajanları görevlerini yaparken halkımız yardım için cansiperane uğraşmaya, binlerce tır bölgeye akmaya ve milyonlarca insan gece gündüz süreci dualarla takip etmeye devam ediyordu. Deprem şehirlerinde Özbekler Özbek pilavı dağıtıyor, Suriyeliler İdlib’te ekmek yapıp Hatay’a gönderiyor, Uygurlar yemek yapıyor, Çeçenler arama kurtarma işlemlerine dahil oluyor, Filistinli arama kurtarma ekipleri enkaz altında çalışıyor, Cezayir ekibi 7. günde hayat kurtarıyor, Azerbaycan neyi var neyi yoksa paylaşıyor, Katar kesesinin ağzını açıyor, Afganistan’dan Arakan’a kadar tüm gariban Müslümanlardan bile yardım geliyor ve kötülere rağmen iyiler ayakta durmaya devam ediyordu.