Fikir zindanını aşmak
Suriye’de 12 günde gerçekleşen ve bu hızıyla tartışılan bir
değişim yaşandı. Artık herkes, bundan sonrasına ilişkin neler yaşanabileceğiyle
ilgili endişelerini, tahminlerini ve beklentilerini paylaşıyor. Konuya, ahlak
ve adalet gözüyle bakılmadığında, dile getirilen endişeler ve tahminler de ön
yargıların kurbanı haline geliyor.
Devletsel, mezhepsel ve ideolojik bağlılıklar, “aslında ne
oldu?” veya “ne olabilir?” sorularına doğru cevaplar bulunabilmesinin önüne geçiyor.
Sürecin başında tutunulan tavırlar, bugün sarf edilen sözlerin ve beklentilerin
de içeriğini belirliyor. Açıkçası alınan ilk tavırlar kişinin zindanı haline
gelmiş oluyor. O zindanı aşarak, “yanlış görmüşüm” deme olgunluğu gösterilemiyor.
Tutum ve bakış açısının esiri haline gelen insan böylece özgürleşemiyor.
Bu tutsaklık, mazlumun sevincine ortak olmaktan kişiyi mahrum
bırakabiliyor. Bu tutsaklık, geleceğe dair umut taşıyan sözler paylaşabilmenin önünde
engel olabiliyor. Bu tutsaklık, kişiyi zindanına yani kanıksanmış tavır ve
bakışına âşık hale getirdiğinden, daha iyi bir yaşamın mümkün olamayacağı kabulleniliyor.
Öyle ki, özgürlük ve adalet diyenlerin karşısına bile öfkeyle çıkılabiliyor.
61 yıllık Baas diktatörlüğünün ve 54 yıllık Esad zulmünün
sona erdiği Suriye’de mevcut halin doğru değerlendirilip geleceğe dair söz
söylemenin zorluğu da bu tutsaklıktan kaynaklanıyor. Bugün, sürecin en başında
nelerin söylendiği, hangi tez ve teorilerin ileri sürüldüğüne bakılmaksızın
ortak doğrunun ve iyinin hep beraber aranması gerekiyor.
Korkularımız ve çekincelerimiz, haklı çıkmak için bu
korktuklarımızın gerçekleşmesine istekli hale bizleri getirmemelidir. Yeniden
inşa etme süreci oldukça zahmetli ve zordur. Her rejim değişikliği sonrası bir karmaşa
ve kaos elbette görülebilir. Ancak, yeni Suriye yönetiminin, büyük güçlerin
bölgeyi dizayn etmesine hizmet edeceği korkusunu aşıp, onların hikmet, adalet
ve merhamet üzere olabilmelerine destek vermeliyiz. Suriye’de yaşayan farklı
etnik, dini ve mezhebi unsurların çatışabileceği kaygısından sıyrılmalı,
insanların bir arada huzurla ve güvenle kalabilmelerinin yollarını aramalıyız.
Eski rejimin zaaflarına düşülmemesi ve yeni mağduriyetlerin
yaşatılmamasına özen göstermeliyiz. İnsan hakkının kutsal olduğu, bir daha
işkence gibi insanlık dışı muamelelerin yaşanmadığı bir Suriye’nin inşa
edilebilmesinin takipçisi olmalıyız.
Sürekli dile getirilen, “Filistin’e bundan böyle yardım giremeyecek”
umutsuzluğunu da kırmalıyız. Özgür Şam’ın, işgal edilmiş Filistin topraklarına artık
komşu olduğunu görebilmeli, inşallah özgür Filistin’e giden yolun bu
topraklardan geçebileceği ümidini taşımalıyız.
İran’ın ve Hizbullah’ın dile getirdiği “özgür Kudüs” ideali
eğer gerçekçiyse ve mezhebi bir misyonerlik hesapları da yoksa mevcut Suriye
yönetimiyle bu ideal doğrultusunda işbirliği yapmalarını bekleyebiliriz. Bu
ortak hedef için ortaya konacak çaba ve girişimler taraflar için samimiyet
testi olacak, siyonizmin iddia edilen hesabını da geçersiz kılacaktır.
Gelin, “biz bir şey başaramayız” öğretilmiş çaresizliğini
aşalım. “Ortada bir kazanım varsa kesin büyük güçlerin oyunudur” ezikliğinden
de sıyrılalım. Suriye tecrübesinin kazanımlarına odaklanıp, geçmişte yaşanan
hataların geleceğe dair tekrar edilmesine fırsat vermeyelim.
Bu arada, dünya tarihinin en büyük soykırımının yaşandığı
Gazze’nin bu değişen gündemle zihnimizden ve yüreğimizden çıkmasına müsaade
etmemeli, desteğimizi Gazze’nin seçkin insanlarının üzerinden de çekmemeliyiz. Onlar
bu çağda insanlığa öğretmen oldular. Aksa Tufanı’nın yaktığı meşale, Suriye
sahasındaki direniş erlerine özgüven kazandırmış, onlara da birçok yönden
rehberlik etmiştir.