Her gün belki yüzlerce araç, binlerce insan geçip gidiyordu yanından. Hiç kimse 50 metre ötedeki devasa beton yapının içinde onbinlerce insanın en acımasız işkencelerle öldürüldüğünü, tecavüzlere uğradığını, onurlarının kırıldığını, bedenlerinin çürütüldüğünü bilmiyordu.
Her gün belki yüzlerce araç, binlerce
insan geçip gidiyordu yanından. Hiç kimse 50 metre ötedeki devasa beton yapının
içinde onbinlerce insanın en acımasız işkencelerle öldürüldüğünü, tecavüzlere
uğradığını, onurlarının kırıldığını, bedenlerinin çürütüldüğünü bilmiyordu. Tasavvufun
Büyük Simalarından Hallac-ı Mansur’un (r) dediği gibi, Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı
yerdir… onlar için de en dayanılmaz acı kimsenin onları duymaması, onların
durumunu bilmemesi dahası hiçbir çığlığın hiç kimse tarafından duyulmaması idi.
Firari Beşar Esad’ın babası Hafız Esad darbe
ile iktidarı ele geçirdikten sonra 1980’lerde kendisine muhalefet eden ya da
ileride bir şekilde kendisine muhalefet etme ihtimali olan kim varsa toplardı.
Zindanlara tıktığı insanları akıl dışı, insanlık dışı işkencelerle acı çektire
çektire öldürürdü. Ölmeyenler ya delirirdi ya da yarım ancak yamalak insan
olarak yaşamaya devam edebilirdi.
Baba Esad iktidarının ilk icraatı olarak Nazi
Savaş Suçlularının kapısını çaldı. Bunlardan toplu işkence yöntemleri hakkında
destek istedi. Onlar da bunu seve seve kabul ettiler.
Hafız Esad’ın bu çağrısına Nazi savaş suçlusu
olan Adolf Eichmann’ın sağ kolu Alois Brunner cevap verdi. Alois Burnner
hocasından öğrendiği işkence yöntemlerini daha da acımasızlaştırıp Esad’ın
hizmetine sundu.
Önce Adolf Eichmann’i biraz tanıyalım.
Eichmann Avusturya’lı bir ailenin çocuğu olup gittiği okullarda başarı
göstermeyince çıraklık yapmaya başlamıştı. Elektrik işleri ile uğraşan
sektörlerde farklı departmanlarda çalıştığı dönemde Nazi gençliği ile tanışmış
ve burada hızlıca ilerlemişti. Aylarca askeri eğitim alan Eichmann yolunu 2.
Dünya Savaşı döneminde Hitlerle kesiştirdikten sonra Nazi kamplarındaki
işkenceleri yönetmeye başladı. Eichmann Gestapo’nun IV B4
bölümü yani Yahudi sorunu bölümünün başına geçti. Gerisini bilirsiniz:
onbinlerce Yahudi insanlık dışı işkenceler sonucunda can verdi.
İşte baba Esad bu adamın sağ kolu
olan Alois Brunner’dan destek aldı. Kendi insanına, vatandaşına ne tür
işkenceler yapması gerektiğini bu zalimden öğrendi. Öğrendiklerinin üzerine
yeni yöntemler ekleyerek Suriyelilere hayatı zehir etti. Öyle ki ölen
kurtulmuştu. Kısa sürede bir milyon Suriyeli suçlu görüldü ve bunlar akıllara
ziyan işkencelerden geçti. 12 Eylül faşist darbesinde kısa sürelerle de olsa
işkence görmüş biri olarak diyorum ki bizim gördüğümüz işkenceler Suriye
rejiminin vatandaşına uyguladığı işkencelerin yanında sanki daha hafifti. En
azından bu kadar uzun sürmedi darbe dönemi işkenceleri.
Oğul Esad babasından geri kalmamış
hatta işkencecilikte babasını geçtiği söylenir.
Bugünlerde Suriye’de insanların
aklını yitirdiği bir hapishaneden bahsediliyor. Bu zindanda onbinlerce insan ya
işkencelere dayanamayarak ölmüş ya işkencelerden dolayı aklını kaçırmış ya buz
gibi su kuyularında ya da açlıktan dolayı soğuk betonlar üzerinde can
vermiştir.
Evet,
Sadnaya Zindanı’ndan söz ediyorum.
Şam’a yakın mesafede inşa edilen Sadnaya
bilhassa 2011’de rejime başkaldıran muhaliflerin doldurulduğu hapishanedir. Onbinlerce
insan hiçbir vahşi hayvandan çekemeyecekleri acıları bu hapishanede çektiler.
Bugüne kadar iki-üç zulmü videolardan
izleyemedim. İlki Hinduların Mynmarlı Müslümanları yaktığı görüntüler, ikincisi
Gazze’de çocukların cesetleri, bir de bu zindana ait görüntüler…
Elbette işkencenin böylesi ölümden bin kat
beter. Lakin bu işkencelerden daha ağırı ümidinizi tamamen yitirmenizdir. Yanı
başınızda milyonları aşan nüfusuyla başkent Şam, eğlenceler, spor, yarışmalar
ama siz işkence altındasınız ve asla sesinizi duyaramayacağınızın
farkındasınız. Acı tarif edilse de bu acı tariflere sığmaz.
Sadnaya’nın üç tarafından akan trafikten her
gün binlerce insan geçiyordu. Bu zindandan nice feryadlar yükseliyordu. Nice
onurlar kırılıyor, nice bedenler telef oluyordu. Ama hiç kimse bu feryadı
duymaz, bu acıları hissetmezdi.
Buraya insan mezbahası demişlerdi 2017’de
Uluslararası Af Örgütü. Af Örgütü bu zulmü tespit ettiği halde ne ABD’si, ne
İngiliz’i, ne Fransız’ı ne başka bir devlet oralı bile olmadı. Toplam 30 bin
insanın işkencelerle öldürüldüğünü “Suriye
Sednaya Hapishanesi Tutukluları ve Kayıpları Derneği” tarafından tespit
edildi.
Hani dile gelse de konuşsa diye bir söz var
ya,
İnanın duvarlar dile gelse utancından
yaşananları anlatamazlar.
Ölüm ama işkencelerle, acılarla dolu böyle
ölüm… çok acı.