Politika, sonuca götüren her usule, her taktiğe "okey" dedirten bir "meslek" alanı.
Politika, sonuca götüren her usule, her taktiğe “okey” dedirten bir "meslek" alanı.
Çobanlıktan maksat gütmek,
Oyundan maksat ütmek.
Bizdeki futbol dünyasına benzer biraz; orada da, mühim olan
amaca ulaşmaktır.
Şampiyonluğa götüren ya da küme düşmekten kurtaran bütün
yollar, bütün usuller, yönetimler ve
taraftarlar için “uygun”dur.
Önemli olan tabeladır…
Gerçek olan, doğru olan, orada ne yazıyorsa odur!
“Tabelaya bakalım göbek atalım!”
sloganıyla ortaya konulan da budur.
Geçmişte ne olmuştu, ne bitmişti unutulur, istatistiklere
yansıyan, sadece ve sadece neticeler olur.
Politikacıların mücadele ettikleri arena; demokratik düzen
de böyle bir düzendir.
Kâğıt üzerinde asıl olan “milli irade”dir.
Yönetileceklerin, kendilerini yönetecek olan kadroyu “hür
iradeleriyle” seçmelerine imkân veren bir model olduğu söylense de, demokrasi
menüsünde seçenekler son derece sınırlıdır.
İnsanlar, gönüllerinden geçenleri değil de, önüne
konulanlardan kendilerine en yakın olanı, daha doğrusu en az “kötü” olanı seçerler.
“Ehven-i şer”,
yani, kötünün iyisi.
Demokrasi ehven-i şer rejimidir, “kahir ekseriyete”
yani ezici çoğunluğa düşen, kendilerine
en az zarar verecek olanı, istiklâllerine ve istikballerine fazla zarar
vermeyecek olanı bulmaktır.
Politikayı meslek olarak seçenler, kariyer plânlarını böyle
yapanlar, bu “işin” esasının
tutarlılık olmadığını, zaman ve
zemine göre her kavramın, her ilişki biçiminin değişim göstereceğini, dostların
düşman, düşmanların ise “duruma göre”
dost olacağını bilmek
mecburiyetindedirler.
Politikacılar, oylarını olabilecek en yüksek düzeye
çıkartabilmek için, üzerlerinden en fazla “söylem” ürettikleri kavramları, birliktelikleri,
karşıtlıkları bir anda ellerinin tersiyle itebilecek kadar “kıvrak” olmak durumundadırlar.
Böyle olmazlarsa, demokratik nizamı bozmuş, oyunun “örtük” kurallarına aykırı hareket
etmiş, bundan dolayı da “kaybetmeyi hak
etmiş” olurlar.
Toplumun çoğunluğu tarafından takdir edilmelerine rağmen, bir
türlü “doğru dürüst oy alamayan” siyaset adamları, vefatlarının ardından, “Rahmetli çok güzel insandı ama iyi bir
politikacı değildi, politika ona göre değildi!” yollu cümlelerle yâd
edilirler.
Karşınızdakine “Bu
işleri iyi kıvırıyorsun, senden çok iyi politikacı olur!” derseniz, bu
sözleriniz “iltifat” olarak
görülmez.
“Senden çok iyi bir
şair olur, senden çok iyi bir esnaf olur, çok iyi bir terzi olur” vesaire
değerlendirmelere karşılık “teşekkür” edilir.
“Senden çok iyi bir
politikacı olur!” dediğinizde ise, karşınızdakinin pek de hoşuna gitmez.
“İyi politikacılık” toplumda olumlu bir özellik olarak
görülmez ama, birçokları da politikada yükselmeyi çok arzu eder.
Zira, politikacılık, fazla sevilmeyen bir “meslek” olmasına rağmen, “meslek
erbâbı”na “görüntüde itibar” sağlayan, ayrıcalıklı bir konuma taşıyan bir “iş” alanı olarak görülür.
Politikacılardan bahsederken, burun kıvıranların çoğunun
politikacı olmak, politikada yükselmek için kırk takla atmaları, bunun hayalini
kurmaları da, tam manasıyla “hayal dünyalarının bile hasar görmesi” durumudur.
Kurulan düzen, “demokratik
düzen”, partileri ve politikacıları “hayatın
vazgeçilmez unsurları” olarak görüyor.
Hepimizi de, bu “oyun”un
birer parçası haline getiriyor.
Seçimlerde oy kullansak da kullanmasak da, geçerli oy
kullansak da geçersiz oy kullansak da, bir şekilde şuraya ya da buraya destek
vermiş oluyoruz.
“Oy kullanmazsan, şu
partinin ekmeğine yağ sürmüş olursun!” söylemi, her seçim öncesinde çıkıyor
karşımıza.
Her kesimin endişeleri hazırda bekliyor; hemen herkes,
filanca parti yerine falanca partinin kazanması halinde, her şeyin alt üst
olacağını, daha da kötüye gideceğini, ülkeye yazık olacağını söylüyor.
Sonra bir bakıyoruz ki, başkalarının kazanması halinde
memleketin perişan olacağını söyleyenler, o başkalarıyla pekalâ bir araya
gelebiliyor, çeşitli kıvamlarda ittifaklar içine girebiliyor, yeni söylem
inşalarıyla, yeni ilişki modelleri kurabiliyorlar.
Devletlerarası ilişkilerde “daimi dostluklar” ve “daimi
düşmanlıklar” olmaz ya…
Partiler, politikacılar arasındaki ilişkilerde de bu durum
böyle.
x
Hal böyleyse, demokratik nizam bizi bir yerlerde
konumlanmaya, bir tercihte bulunmaya mecbur ediyorsa…
Bu “oyun”u çoğu
zaman “şaşkınlıkla” izler hale
geliyorsak…
Ne yapmalıyız?
Yapabileceğimiz çok şey yok gibi görünüyorsa da, öyle değil.
Politikacılar kavga eder, barışır…
Atışır, birbirlerine iltifatlar, hakaretler, tehditler
yağdırır ama, dediğimiz gibi, bunların tamamına yakını “konjonktür” gereğidir.
Öyle ise…
“Hiç de iyi bir politikacı olmayan” Güzel İnsan Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Başkan’ın şu cümlesi hiç
çıkmasın aklımızdan: “Meclis kürsüsüne
çıkıp birbirlerine atıp tutan hakaret eden vekillerin daha sonra Meclis lokantasında
güle oynaya yemek yediklerini görseydiniz, tanıdıklarınızla siyasi tartışmalar
asla girmezdiniz!”
Elbette tercihlerimiz olacak...
Elbette yüzde yüz tarafsızlık diye bir şey olmayacak, bu mümkün
değil.
Amma velâkin, öylesine gerektiğinde en koyu karşıtlarıyla
birlikte çeşitli kıvamlarda ittifak yapabilen “politikacıların” anaforuna kapılıp, birbirlerimizi örselemek,
birbirlerimizi kırmak gibi yanlış işlere de girmeyeceğiz.
Arkadaşlık,
akrabalık, komşuluk hukuklarımızı hasara uğratmayacağız!