Çeşm-i insâf gibi âkıllara mîzân olmaz
Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz
(Tâlib)
Susmanın güzellemesini
yapan Celâleddin-i Rûmî’nin etrafında halkalanmış canlar arasına asırlar
ötesinden biz de dahil oluyoruz. O, susarak da çok şey anlatılabileceğini salık
verir bizlere. Sonra onun her meclisinde yaptığı gibi birden ellerini semaya
kaldırdığını görürüz. “Allah” der, susar... Sonra birden konuşmaya başlar: “Allah
sevdiklerinin gönüllerini, sevgisinin durağı yapmıştır. Kendi sevgisini de
onların gönüllerine yerleştirmiştir. Bundandır ki ruhlara, cennet bahçelerinin ortasına
uçmayı, onun ululuğunun cemâlini, büyüklüğünün kemâlini ve seyretmeye özlem
çekmeyi ilham eylemiştir.” Sonra tekrar “akıl” der ve susar Mevlânâ. Bu akıl,
gönüldeki akıldır. Zorlukların düğümlerini çözen; gönülde saklanan en gizli sır
gelinlerini süsleyip bezeyen; canlara kılavuzluk edip tanyerlerini ağartan,
sabahları izhâr eden, Hakka alıp götüren bir manevî varlıktır akıl. Sonra
konuşmaya devam eder: “Allah, aklın özünü, aklın gönlündeki şaşılacak, güzel ve
eşsiz şeyleri bildirmek, o üstünlükle onu bütün varlıklardan seçip ayırmak
istedi. Bu akıl madeninin başka mâdenlerle karışık olmadığını, temizliğini,
kusursuzluğunu ortaya çıkarmak için teraziye ihtiyaç vardı. On sekiz bin
âlemde, hiçbir şey yoktur ki terazisiz üstünlüğü anlaşılabilsin, yahud
tartılmadan bayağılığı meydana çıksın. Terazi, çarşılarda bulunan ve
dükkânlarda asılı duran terazi değildir yalnız. Terazi Hakk’ın bir delilidir;
Allah’ın bir sırrıdır; bilgiden doğan bir anlayıştır ve bu terazi, rûhâni bir
terazidir, gökten mîras yoluyla gelmiştir. Dünyâdaki bütün terazileri meydana
çıkaran bu terazidir. Meyvaları tartmaya başka bir terazi gerektir; sözleri
tartmaya başka bir terazi.
Öyle değil mi? Ne ki var
zerre kadar şer, ne ki var zerre kadar hayr, bir gün şaşmaz bir terazide
tartılacak. Hayvanlar için bir terazi, melekler için bir terazi gerek. Sonra,
Allah, peygamberlerden bâzısını bâzısına üstün kıldığı için peygamberlere de
ayrı bir terazi gerek. Ve yer terazisi,
gök terazisi... Sonra tüm bu terazileri içine alan terazi alemi var. Terazi,
âlemi gökten daha fazla kuşatıcıdır. Gök teraziye muhtaçtır fakat terazi göğe muhtaç
değildir.”
Ey terazi, ne iş için geldin sen? Aklı-fikri hafif kişilere, akıllarının,
fikirlerinin hafifliğini göstermek için mi? Ey terazi, neyle ağırlaşalım? Bir öz, bir can, bir gönül peydahlayarak mı? "Bilgi
gönüllerin yaşayışıdır, diriliğidir; amel de suçlara kefaret Bunun bilgisi
ile mi? Terazi dile gelir: Yüreğin yanmışsa sen de ağaç gibi bilgi ve hikmet
yelini çek; ciğerin yanmışsa susuzlar gibi kulluk bengisuyunu iç. Lakin bir
yerde tıkandığında sen de Ziya Paşa gibi “İdraki meali bu küçük akla gerekmez /
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez” de ve tevekkül et. Öyleyse biz de Tâlib’in
dediği gibi deriz: Çeşm-i insâf gibi âkıllara mîzân olmaz / Kişi noksânını
bilmek gibi irfân olmaz. “Akıl sahipleri
için insaf gözüyle bakmak kadar doğru tartan bir terazi olmaz. İnsanın kendi
eksiklerini bilmesinden daha iyi ilim irfan olmaz.”
Kıymetli okur; yaklaşık
yedi haftadır hayalen bir seyahat ettik. Hz. Mevlânâ’nın manevî huzurunda
bulunmaya çalışıp, fikir heybemizin hacmi kadar istifade etmeye gayret ettik.
Temennimiz odur ki vakit geç olmadan O’nun Mesnevî denizine dalıp mana incileri
toplamak da nasip olur. Biz neyi ararsak orada onu bulacağız. Mevlânâ der ki; Kendini okyanusta bir damla sanma. Bir
damlanın içinde kocaman bir okyanussun.