Dolar (USD)
34.42
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2834.30
BIST 100
9389.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

SAFAHATI ANLAMAYAN ENTELEKTÜELLER(!) YETİŞİYOR

Bir milletin ana yurdu sadece o milletin yaşadığı topraklar değil, aynı zamanda o milletin anadilidir. Tarih bize gösterir ki, ana dilini kaybeden milletler zamanla yaşadıkları anayurtlarını da kaybetmek zorunda kalmışlar ve hangi dili konuşuyorlarsa o millet haline dönüşüvermişlerdir. Tarihte bunun birçok örneğini görmek mümkündür:

Avarlar, Hazar Denizi´nin ve Karadeniz´in kuzeyinden geçip Avrupa´ya yerleşerek Bulgarlarla kaynaşmışlar, Bulgarca konuşmaya başlamışlar ve zamanla Bulgarlaşmışlardır. Atilla´nın Batı Hun İmparatorluğu da hep aynı gerekçeyle Macarlaşmıştır. Tarih boyunca siyasî tarihini ve dil tarihini bilmeyen toplumların coğrafyasını, hep başka milletler çizmeye başlamıştır. Biz de tarihte bir yanılgı içerisine girmişiz. “Öz Türkçeye dönüş” endişesi ile yazan çizen sözüm ona “entelektüeller”, bu millete, safahatı anlamayan, “körleşmiş bir nesil” hediye etmişlerdir. Bu entelektüeller, kendi elleri ile inşa ettikleri öz Türkçe yoluyla kendilerine yabancılaşmış, öz kültürüne düşman kesilmiş bir kitle ortaya çıkarmışlardır. Geçen hafta fakültede merhum Mehmed Akif Ersoy’un “Safahat” adlı eserinden Birinci Kitap’ta yer alan “Seyfi Baba” şiirini okuduk. Kitapta geçen “esef, müteveffâ, vâkıa, mâbed-i fersȗde, eşhâs, hânümân, sefîlân-ı beşer, avâre, hatm-i enfâs, kasvet ve sâmi’a gibi kelimeleri neredeyse hiç bilmediklerini/duymadıklarını müşahede ettim. Bu kelimeler, bizim milli şairimizin bir şiirinden alınmış kelimeler. Bir neslin, hele öğretmen olacak bir neslin, zihin dünyasında oluşturulan bu tahribat beni dehşete düşürdü. “Gelmek, gitmek, yazmak, gülmek, ağlamak” gibi kelimelerle düşünen bir nesil, kültürel bir körlük ve “kendince entelektüel” bir topallık yaşamaktaydı. Aklıma Üstad Cemil Meriç’in yazdıkları geldi. “Kâmus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamusa. Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söyleyen Hugo, tek kelime uydurmamış; Sembolizm’in üç silâhşoru de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı’da cinnet bile terbiyeli.”

Tarihine ve diline bu kadar yabancılaşmış bir neslin yetişmesi hepimizi düşündürmeli. Yeni yetişen bu nesil, birkaç yabancı dil konuşabilir, sanatın birkaç dalı ile de ilgilenebilir. Bu durum takdire şayandır. Belki buradan hareketle lisanslı bir “entelektüel” de olabilirler. Lakin bu gençler, ana dilini iyi bilmeden; iyi bir mütefekkir, münevver, âlim, allâme ya da mütebahhir olamazlar.

Entelektüel, Türk modernleşme serüvenimizde önemli bir kavram. Fakat bu kavramdan önce bizde yukarıda zikrettiğim derinliği olan farklı kavramlar vardı. İngilizler ve Fransızlar entelektüel için tek bir kavram kullanıyor: Intellectual. 1970’lerden sonra bu haliyle doğrudan bizim dilimize geçmiştir. Oysa bizde asırlar boyunca kullanılan mütefekkir, münevver, âlim, allâme ya da mütebahhir gibi “intellectual” kelimesini kendi mana katmanlarından sadece bir veçhesi ile ifade edecek zenginlikte kelimelerimiz vardır. Mesela daha önce entelektüel; işi sanat, edebiyat, bilgi olan insanları ifade etmek için kullanılıyordu. Hatta Cemil Meriç, Sofistleri ilk entelektüeller olarak adlandırır. Orta çağda, skolâstik bilim yapmaya çalışan kişiler entelektüel olarak adlandırılırdı. Bu anlamıyla düşünüldüğünde bizim “münevver/aydın” kelimelerimiz bu kelimeyi bence pekâlâ karşılıyor. Osmanlıdan bu yana “âlim/ulemâ, tekrarlayıcıdır. Bilgi taşıyıcısıdır. Bizde bir de “mütefekkir” kelimesi var. Asırlardır bizim yüklediğimiz mananın penceresinden bakıldığında her mütefekkir bir entelektüeldir ama her entelektüel bir mütefekkir değildir. Mütefekkir: Okuyan, hakikati arayan, bulduğunu akıl ve mantığın süzgecinden geçiren, hisseden, yaşayan ve yaşatma gayesi ile sürekli hareket halinde olandır. Eğer entelektüel, Edward Said’in entelektüel tarifinde olduğu gibi “haksızlık karşısında susmayan, hakikati arayan, kendi aklını kullanan, sorgulayan, sadece mensup olduğu milletinin değil, bütün insanlığın dertleriyle dertlenen adam” ise; işte o zaman entelektüel de bir mütefekkirdir, denilebilir. Bir de “ilmi deniz gibi derin olan, büyük bilge” anlamına gelen “mütebahhir” kelimesi vardır ki o, bahsimizden hariçtir. Şimdi aklımıza gelen soru şudur:

Eğitim sistemimiz millî ise, neden “yeni nesil” milli şairini anlamıyor?