Ramazan'ın ruhu var mı?
Gönderdi Hüdâ çün bize mihmân Ramazânı
Hoş tutmaga niyyet idelüm biz dahi anı
Zâtî
Bir
ramazan baharındayız. Edebiyatımızın şanlı sayfaları bize âşinası olamadığımız
ramazanlara dair muhteşem tablolar sunar. Ahmet Rasim, “Sokaklarda Geceler”
adlı yazısında eski İstanbul sokaklarında yaşanan
geceleri anlatır bize. Eski, sessiz ve karanlık ramazan gecelerinde duyulan
seslerin gizli manalarını şerh eder. Ramazan hilâli görülür görülmez sokaklar
âdeta gündüze döner. Sokaklar cıvıl cıvıldır. Kıraathaneler, dükkânlar, hatta
zaman zaman devlet daireleri sahura kadar açık bulundurulur. Gecenin karanlığı
kandiller, fenerler ve fanuslarla aydınlatılır. Kandil ve mahyalarla donatılan
minareler, geceleri bir şehrâyine dönüşür. Yazar, hayatın ritminde meydana gelen
bu olağanüstü değişikliği fısıldar ruhumuza. Biz elbette bu fısıltıları, yaşadığımız şehrin büyük-küçük mabedlerinde
kimlerin işittiğini, hangi ruhta veya kalpte nasıl yankılandığını tahmin
edebiliyoruz. Yapmacıklığa ve gösterişe varmayan, o ferdî veya içtimâ ramazan
ikliminin hangi ruhları beslediğini idrak edebiliyoruz dostlar.
Eski ramazanlara neden özlem duyulur peki?
Ramazan ayının bir ruhu, daha doğrusu bir ruhaniyeti varmış ve bunu şehrin bütün
ahalisi her hâliyle yaşarmış. Ramazan’da bir ay boyunca lokantalar ve
meyhaneler kapatılır, kahvehaneler gündüz çalışmaz, oruç tutmayanlar ya da
tutamayanlar oruçluya saygı gösterir ve gündüzün aleni şekilde asla oruç yenmezmiş.
Şimdiki tablo sizi ürkütmüyor mu? Yahya Kemal, “Atik
Valde’den İnen Sokakta” başlıklı o muhteşem şiirinde bir
ramazan ayında oruç tutamamanın verdiği ızdırabı dile getirir. Yahya Kemal, önce
Atik-Valde semtine gidişini ve karşılaştığı manzarayı dikkatlerimize sunar: İftardan önce gittim Atik-Valde semtine/Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün
yine/ Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti/ Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti...
Şair, izlenimlerini şiir
boyunca sunduktan sonra ramazanın ruhaniyetinin böylesine yoğun yaşandığı
sokakta oruçsuz ve iftarsız kalmanın verdiği huzursuzluğu dile getirir ve
ruhunda en azından bu huzursuzluğu hissettiği için Allah’a şükreder.
Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür.
Şimdilerde bu huzursuzluğu kaç kalp hisseder, bilemem!
Ramazan’ın gündüzlerini kendilerine gece yapan, sigarasını tüttürerek
sokaklarda dolaşan ruhlar bedbaht mıdır değil midir? Bilemem! Sahurda bir parça
ekmek ve su ile iktifa eden oruçlu kimselerin karşısında göbeğini kaşıyarak
utanmadan yemek yiyen adam medeni midir, denî midir? Bilemem! Ramazan ayında,
bir iftar vaktinde herkesin evine çekildiği demlerde ruhunda bir gurbet
yaşadığını hisseden, tenha sokakta oruçsuz ve neşesiz kalarak “Madem ki böyle duygularım kaldı çok şükür”
diyen şair, ramazanın ruhunu yaşayamasa da bunu derinden hissettiği aşikar
değil midir? Peki bugün, bu ruhî duygulara dahi sahip olamayanlar neye
şükredecekler acaba bilir misiniz dostlar? Şair Zâtî der ki; Gönderdi Hudâ çün bize mihman Ramazânı/ Hoş
tutmağa niyyet edelim biz dahi anı. Allah, ramazanı bize misafir olarak
göndermiştir. Öyleyse biz onu memnun etmeye niyet edelim, der.
Binlerce güzel hediyelerle misafir olarak gelen, 11
ayın sultanını bilmem ne kadar hoşnut edebileceğiz. Hoş geldin ya şehr-i
ramazan.