Tarihin en zorlu süreçlerinden geçiyoruz. Savaşlar, katliamlar, haksızlık ve hukuksuzluklar baştan beri hep vardı. Ama bunlar hiçbir zaman insanlığın tamamını kuşatacak, insanın özüne yönelecek boyuta ulaşmamıştı. Bugün sadece belli bir coğrafyanın, belli bir kültürün, belli bir medeniyetin yok edilişine değil dünyanın tamamının elde ettiği insanlık birikiminin yok edilişine tanık oluryoruz. Bırakın dünyayı, insanın bizatihi kendisi tehdit altında ve insandan yeni bir insan, insan olmayan bir insan, bir siber insan üretmenin dayanılmaz ağırlığıyla büyük bir umutsuzluk içinde, hiçbir şey yapamıyor olmanın umutsuzluğu ve kederiyle olduğumuz yerde duruyor, harekete geçmek için başka birilerinin, başka bir yerlerde bir şeyler yapmasını bekliyoruz. Kötülüğün ufukları o kadar genişlemiş ki iyilik neredeyse tamamen ortadan kalkmış gibi, savaşın sınırları o kadar genişlemiş ki barışı konuşacak tek bir sınır kalmamış gibi, öfkenin ve nefretin dili o kadar yaygınlaşmış ki sükunetin, hilmin ve sevginin dili çoktan unutulmuş ve neredeyse birkaç kişi arasında iletişim sağlayan bir esperantoya dönümüş gibi. Ve biz sadece seyrediyoruz…
İşte burada, tam da burada,
birilerin harekete geçmesini beklemeyi bırakıp bizim, bunu gören ve gördüğünden
rahatsız olanların harekete geçmesi gerekiyor. Siyasetin her şey olduğu ve her
şeyin siyasetten beklendiği bizim gibi ülkelerde yeniden, bir daha tecrübe
edildi ki oluşun da bozuluşun da tek kaynağı siyaset değildir. Siyaset tek başına
öldürmez de diriltmez de. Bütün umutların siyasete bağlanması, siyaset çökünce
umutsuz kalınması anlamına geleceği için siyaset dışı çözümlere ihtiyaç var.
Siyaset çünkü en büyük körleştiricilerden biri… Körleştiriyor evet, sizin
dışınızdakileri ya hiç gördürmüyor veya yanlış gördürüyor. Zaten sevdirmiyor
ama nefret ettirme konusunda sayısız strateji üretiyor. Siyasetin gölgesindeki
tarih böylece iyi insanların iyi şeyler yaptığı bir alandan ziyade sözüm ona
kendimizin merkezde olduğu iyiliklerin, sözüm ona başkalarının kötülükleriyle
yaptığı savaşa dönüşüyor. Bütün bir siyaset tarihi savaşların ve barışların,
galibiyetlerin ve mağlubiyetlerin tarihidir ama içinde bir gram medeniyet,
kültür, sanat ve ‘yeryüzünü insanca yaşamaya yönelik’ dönüştürme arayışı
yoktur.
Farklı türlerde onlarca kitabı bulunan Osman Arslan’ın kaleme aldığı ve
serinin ilk eseri olarak çıkan eserin takdiminde yazar şöyle diyor: “Bu proje
kapsamında medeniyetimizin yeniden inşası çalışmalarında rol-model olarak
alınabilecek Aliya İzzetbegoviç’i tanıma ve tanıtma çalışmaları yürütülecektir.
Zira Aliya İzzetbegoviç liderliği, siyasetçi kimliği ve devlet adamlığıyla Batı
ve Doğu arasında kurduğu teorik ilişki ve yazdığı fikri eserleriyle bilge kişi
olarak yirminci yüzyıla damga vurmuş önemli şahsiyetlerden biridir.”
Aliya’nın hayatı, mücadelesi, düşünceleri, Doğu ile Batı arasında gidip
gelen ve her ikisine karşı da her hangi bir önyargı taşımayan bilgece
yaklaşımlarının anlatıldığı bu metnin genç nesillere önemli bir rehber
olacağını, bu metinden sonra en azından
bazı çevrelerde Doğu’nun Batı’ya, Batı’nın da Doğu’ya yönelik şaşı bakışının
daha berrak bir zeminde şekilleneceğini gönül rahatlığıyla ifade edebilirim.
Kendisi dışında hiç kimseyi görmeyen ve ona yaşam hakkı tanımayan bir medeniyet
ile neredeyse bütün söylemi kendini savunmaktan ibaret olduğu için bulunduğu
yerde debelenip duran, konuşmaktan eyleme geçmeyi akledemeyen tutuk bir
medeniyetin birbirine baktığı noktada duruyor Aliya ve hem Doğu’ya hem Batı’ya
adeta şöyle diyor: Önyargıyı bırakın, anlamaya çalışın; nefretlerinizden
vazgeçin, sevmeyi deneyin. Yıkmak kolay, yapmak zordur, yıkmaktan vazgeçin,
yapmayı deneyin. Osman Arslan’a Aliya’yı bizimle bir kez daha yan yana
getirdiği, buluşturduğu, konuşturduğu için gönülden teşekkür ederim.