Bir sabah uyandığınızda zihninizin dijital bir ağ tarafından ele geçirildiğini hayal edin. Düşünceleriniz algoritmaların elinde, duygularınız bir veri tabanında saklı… Kulağa bilimkurgu gibi gelse de, Dünya Sağlık Örgütü’nün 2023 raporuna göre, dijital bağımlılık ve bilgi bombardımanı, insanların dikkat sürelerini son on yılda %40 kısalttı. Peki ironi ustası Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’da anlattığı gibi, “kendimizi kaybetmemek” için içimizdeki “tutunamayan”ı nasıl susturacağız?
Beyin “hack”lemenin sırrı, nöroplastisite denen o esnek dokuda gizli. Nöroplastisite terimi, Yunanca neuron (sinir) ve plastikos (şekillendirilebilir) kelimelerinin birleşiminden doğmuş. Beynimiz, tıpkı garip akımı şairlerinin kelimeleri beklenmedik dizilişlerle kullanması gibi, yeni bağlantılar kurarak kendini yeniden yazıyor. Şiirsel realist Orhan Veli’nin “Anlatamıyorum” şiirindeki gibi, “Ağlasam sesimi duyar mısınız / Mısralarımda” diye sorarken bile zihnimizde yeni yollar açıyor. Peki bu yolları nasıl “açık tutarız”?
Cevap belki de edebiyatın labirentlerinde saklı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanında Mümtaz’ın İstanbul sokaklarında kayboluşu, modern insanın zihinsel kaosunu anımsatıyor. Mümtaz, “Neden huzursuzum?” diye sorarken, aslında bugünün “verimlilik çılgınlığı” içinde kendini kaybeden herkese sesleniyor. Tıpkı bir Instagram kullanıcısının, sürekli hikaye güncelleyerek içinin boşaldığını hissetmesi gibi…
Peki ya sosyal medya, beynimizin “trojan atı” mı? Like’lar, share’ler, notification’lar… Hepsi dopamin salınımını tetikleyerek bizi bir scroll çılgınlığına sürüklüyor. Gösteri eleştirmeni Fransız filozof Guy Debord’un “Gösteri Toplumu”nda bahsettiği “izleyerek tüketme” hali, bugün TikTok trendlerinde vücut buluyor. Oysa ikinci yeni şairleri, kelimeleri alışılmışın dışında kullanarak zihni “sıfırla”lamayı öğretmişti bize. Şiir zanaatkarı Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri”ndeki gibi, “Bir yangın ormanından püskürmüşcesine” diyerek dilin sınırlarını zorlamak…
Beyni hacklemek için önce “dijital detoks” değil, “edebi detoks” gerekli. Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”nda dediği gibi, “İnsan yüreklerine kurşun sıkmayın” diyerek zihnimizi özgür bırakmalıyız. Şehrin melankolik anlatıcısı duyguların usta kalemi Sait Faik’in “Son Kuşlar” öyküsündeki martılar gibi, “Bir şehir ki yüreğinde deniz taşır” diyebilmek… Ya da sosyal ve politik aktivist Halide Edib Adıvar’ın Sinekli Bakkal’ında olduğu gibi, “İçimizdeki sesi” dinleyerek yaşamın ritmini yakalamak…
Peki ya şiir, bir “anti-hack” aracı olabilir mi? Lirizimin usta kalemi Cemal Süreya’nın “Üvercinka”sındaki gibi, “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk / Hiçbir yere gitmiyor” diyerek anın içinde kalmak… Gezgin ve tutkulu yazar Ahmet Can’nın “İpini Koparan”nında zamanı bir toprağa dönüştürmesi gibi “Kaç perde oldu üstüme kapattığım? Yazmakta bir tür perdedir mezar kazmak da…”… Kitaplar, tıpkı bir kaliteli güvenlik duvarı gibi, zihnimizi dijital gürültüden koruyabilir. Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi”si gibi, “Artık demir almak günü gelmişse zamandan” diyerek ruhumuzu limana çekmek…
Bir beyin hack’lenmek yerine, neden bir şiir gibi okunmasın? Nobel’in Türk yazarı Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ta yazdığı gibi, “Hayat, kaybedilmiş bir şeyi ararken bulduklarımızdır” ve belki de kaybettiğimiz o “şey”, zihnimizin özgürlüğüdür. Pamuk’un 2006 Nobel konuşmasında vurguladığı gibi, “Romanlar, gerçeği değil, insanın içindeki sonsuz okyanusu anlatır”. Bu okyanusta, dijital fırtınalar yerine maziye aşık Yahya Kemal’in “Aziz İstanbul”undaki gibi, “Sessizliğin müziğini” dinlemek… Ya da doğu ve batının harmanı Elif Şafak’ın Aşk romanındaki gibi, “Kalbin kriptosunu çözmek”… Çünkü gerçek özgürlük, zihnimizin satır aralarını kendi hikâyelerimizle dokumakta ve her bir kelime, bir direniş mermisidir algoritmalara karşı.
Ve son söz, peki bir beyin hack’lenmek yerine, neden bir roman gibi yazılmasın? Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sındaki gibi, “İçimdeki not defterini” kelimelerle doldurmak… Çünkü gerçek özgürlük, zihnimizin sayfalarını kendi hikâyelerimizle doldurmakta saklı.