Yol göstericilik; deneyim, şuur, güven ve ferasetin en uygun oranlarda birbirleri ile karıştırılmasıyla ancak bihakkın yerine getirilebilir. Bu bileşenlerden birinin dozunun eksik olması veya ortamın uygun olmaması, menzile varmak isterken karganın kılavuzluğunu dahi aratacak bir sonuçla karşı karşıya bırakabilir.
Yol göstericilik; deneyim, şuur, güven ve ferasetin en uygun oranlarda birbirleri ile karıştırılmasıyla ancak bihakkın yerine getirilebilir. Bu bileşenlerden birinin dozunun eksik olması veya ortamın uygun olmaması, menzile varmak isterken karganın kılavuzluğunu dahi aratacak bir sonuçla karşı karşıya bırakabilir.
Hiç kimse böyle bir yol göstericinin yolcusu olmayı istemez ve kimse böyle bir sonuç için yol göstericiye muhtaç da değil. Olmak istediğimiz yer, kimsenin olmamak istediği yer değil; orada olmak için herkesin can attığı ve canını ortaya koyduğu yer olmalıdır. Zaten yol göstericiye olan ihtiyacımızın nedeni de bu değil mi? Fakat yolunu kaybetmişlerin yol gösterici olarak görüldüğü bir dünyada cevaplamakta zorlandığımız tek soru bu değil. Bununla beraber “Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), sahabeler, veli zatlar varken insan bunlara gözünü kapatıp neden başka yol gösterici arar?” sorusu da insanın cevaplayamayacağı sorulardan... Çok şükür bu soru, Kur’an-ı Kerim’deki birçok surede insanın özellikleri anlatılırken “Biz ona şahdamarından daha yakınız”* buyuran Allah (cc) tarafından cevaplanmış. Dolayısıyla günümüz şartlarında insanın cevap vermesi gereken soru şu; insan yol göstericiler olmadan doğruyu bulamaz mı?
İnsan zaten yolunu şaşırarak dünyaya geldiğinden, her zaman yol göstericilere ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacın şiddetini beden ya da ruh, hangisinin öncelikli olduğu belirler. Bedenin sözü geçiyorsa bedenin ihtiyaçları için sınırsız sayıda yolunun kaybetmiş yol gösterici bulunabilir. Yok, eğer ruhun sözü geçiyorsa yolunu kaybetmiş olan az sayıdaki yol göstericinin peşine düşülmelidir.
Yol göstericiler bir nevi iz sürerler, yolu hakikate çıkmışların izini… İzler silikleşince iz sürmek de zorlaşır ve izlerin silikleşmesi demek uzun süredir yolu hakikate çıkmış birileri olmadığı anlamına gelir. Bu durum gerçek yol göstericiler için de bir felakettir; zaten hakikat yolcularının azaldığı bir dönemde büyük bir deneyim ve imkân yok olmak üzeredir. Bu sefer yoldaki işaretler en büyük yardımcı olarak görülür. Yoldaki işaretler, yola çıkmış fakat yarı yolda dünyanın suyuna el daldırmış olanların geride bıraktıkları ufak tefek izlerdir. Yol göstericiler bu izleri takip ederek yarı yola kadar ilerleyebilse de bu işaretlerin bittiği yerde hem yol göstericilerin hem de yoldakilerin işi kolay değildir. Çünkü işaretleri takip edebilmek için yolda olmak gerekir ve arkaya bakıldığında geriye dönmek için çok geç kalındığı hep akıldadır. Yol göstericiler bu durumdan pek hoşnuttur.
Yolculuk nihayete ermiş ve varılan yer “orada olmak için herkesin can attığı ve canını ortaya koyduğu yer” ise artık geride kalanlar için yeni bir yol gösterici var demektir. Dünyanın, insanın amacına uygun bir yer olarak dönmeye devam edecek olması, hem yol göstericilerin hem de geride kalanların umududur. Bu umut, yolunu kaybetmişlerin yol gösterici olduğu günümüz düzeninin aktörlerini rahatsız eder. Bu nedenle yolunu kaybetmişlerin yol gösterici olduğu bir dünyanın nasıl olacağı, merak konusu değildir.
Hülasa, Allah tarafından bahşedilen gerçek yol göstericileri bulduğumuzda ve yolunu kaybetmişlerin tahakkümünde olan dünyanın kendisi gerçek bir yol gösterici olduğunda ancak kendi çağımızı yaşayabiliriz. Hem yolu, hem izi hem de yol göstericiyi yeniden ve kaybetmemek üzere bulmuş oluruz.
*Kaf Suresi, 16. Ayet