İsrail'in Orta Doğu'daki yayılmacı politikaları, bölgenin siyasi haritasını şekillendiren ve uluslararası ilişkilerde gerilimleri arttıran kritik bir konudur. Bu politikalar, hem tarihsel bağlamda siyonist ideolojinin etkisiyle hem de güncel jeopolitik hesaplarla şekillenmektedir. İsrail'in bölgedeki genişleme stratejilerini anlamak için tarihsel süreçler, askerî hamleler, diplomatik ittifaklar ve ideolojik motivasyonların bütüncül bir şekilde ele alınması gerekmektedir. 

İsrail'in yayılmacı politikalarının temelinde, 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan siyonist hareket yatar. Bu hareket, Yahudiler için Filistin topraklarında bir devlet kurma hedefini benimsemiştir. 1917 Balfour Deklarasyonu, İngiltere'nin bu hedefe destek vermesiyle Yahudi yerleşimlerinin artmasına zemin hazırlamıştır. 1948'de İsrail'in kuruluşu, Filistinlilerin topraklarından zorla çıkarılması ve devam eden işgallerle birlikte, bölgedeki gerilimlerin temelini oluşturmuştur.

Netanyahu hükûmeti tarafından sıklıkla vurgulanan "Yeni Orta Doğu" kavramı, tarihsel olarak "Büyük İsrail" projesiyle bağlantılıdır. Bu proje, İsrail'in sınırlarını Fırat ve Dicle nehirlerine kadar genişletme ideali üzerine kuruludur. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da işaret ettiği gibi, İsrail'in haritalarında Filistin devletine yer verilmemesi, bu yayılmacı vizyonun somut bir göstergesidir. 

İsrail, Batı Şeria ve Gazze'deki yerleşim projelerini genişleterek Filistin topraklarını sistematik bir şekilde kontrol altına almaktadır. 2023'teki Hamas saldırıları sonrası artan askerî operasyonlar, İsrail'in "güvenlik" gerekçesiyle toprak işgalini meşrulaştırma çabasını yansıtmaktadır. Gazze'de 50.000'e yakın sivil kaybın yaşanması, İsrail'in orantısız güç kullanımını ve uluslararası hukuku ihlal ettiğini gösterir. 

Ayrıca İsrail, Hizbullah ve Hamas gibi direniş gruplarının liderlerini hedef alan suikastlarla bölgedeki muhalif unsurları zayıflatmayı hedeflemektedir. Hasan Nasrallah ve İsmail Haniye'nin öldürülmesi, bu stratejinin bir parçasıdır. 

İsrail, Arap ülkeleriyle ilişkileri normalleştirme politikası (İbrahim Anlaşmaları) aracılığıyla bölgede yalnızlığını kırmaya çalıştı. BAE, Bahreyn ve Sudan gibi ülkelerle imzalanan anlaşmalar, İsrail'in İran tehdidi karşısında Sünni devletlerle iş birliğini güçlendirme amacıydı. Ancak Suudi Arabistan gibi ülkelerin, Filistin devleti kurulmadan İsrail'le resmî ilişki kurmayı reddetmesi şaşırtıcıdır. 

Hele hele ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması ve askerî destek sağlaması, Tel Aviv'in bölgesel politikalarını destekleyen önemli bir faktör oldu

İsrail'in millî güvenlik stratejisi, Ze’evJabotinsky'nin "Demir Duvar" doktrinine dayanır. Bu doktrin, Arapların direncini kırmak için askerî üstünlüğün sürdürülmesini ve işgallerin meşrulaştırılmasını savunur. Netanyahu'nun BM'de yaptığı ve Yeşu Kitabı'ndan alıntılar içeren konuşma, bu ideolojik arka planı yansıtmaktadır. 

Ayrıca, İsrail toplumunda işgal politikalarının geniş destek bulması, devletin "güvenlik" söylemiyle beslenen kolektif bir travmaya dayandırılmaktadır. 

İsrail'in politikaları, Türkiye ve İran başta olmak üzere bölgesel aktörlerden sert tepkiler almaktadır. Türkiye, İsrail'in "nefret dolu emellerine" karşı uyarıda bulunurken, İran nükleer program ve vekil güçler üzerinden İsrail'i tehdit olarak görmektedir. 

Uluslararası toplumda ise İsrail'in işgali, Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen devam etmekte, ABD ve Avrupa'nın çifte standartlı tutumu eleştirilmektedir. 

İsrail'in yayılmacı politikaları, Orta Doğu'da istikrarsızlığı derinleştiren ancak aynı zamanda Tel Aviv'in bölgesel etkisini artıran ikili bir sonuç doğurmaktadır. Filistin meselesinin çözümsüzlüğü, İsrail'in askerî ve diplomatik hamlelerine rağmen bölgedeki gerilimleri körüklemeye devam etmektedir. Kalıcı bir barış için tarafların tarihsel travmaları tanıması, uluslararası toplumun tarafsız müdahalesi ve bölgesel iş birliği şarttır. 

Bu süreçte İsrail'in "Büyük İsrail" vizyonu, yalnızca Orta Doğu'nun değil, küresel güvenlik mimarisinin de geleceğini belirleyecek kritik bir dinamik olarak öne çıkmaktadır.