Zulüm 1917'de başladı
9
Aralık 1917 günü İngiliz General Allenby “Babu’l-Halil” kapısından Kudüs’e
girerken, Osmanlı Devleti’nin buradaki 401 yıllık hakimiyeti sona eriyordu. Bu
da kadim topraklar için huzursuzluğun başlangıcı demekti. 30 yıl boyunca yüz
bin İngiliz askeri Filistin’i mâtemi bitmeyen beldeye dönüştürdü.
1948
yılının bir Mayıs akşamı gaydaların sesi çok eski ve dolambaçlı yollara son kez
yayıldı. Bu ses Kudüs’ün Eski Şehri’ni işgal eden İngiliz askerlerinin gidişini
bildiriyordu.
Yahudiler
Sokağı’nın pencerelerinde ya da sinagogların ve dinsel okulların eşiğinde, uzun
sakallı ihtiyarlar bu geçit törenini izliyordu. 30 yıllık tatsız bir
hâkimiyetten sonra bu surları terk edip gitme sırası İngiliz askerlerinindi.
Kudüs’ün göklerinde dalgalanan İngiliz bayrağı indiriliyor, yerini siyonizmin
mavi-beyaz bayrağı alıyordu.
BÖLGEYİ KAOSA SÜRÜKLEYECEK
PLAN DEVREDE
1922
yılında Milletler Cemiyeti tarafından Türkiye’nin yerine, Filistin’de
İngiltere’yi hâkim kılan manda yönetimi bu kararıyla bölgeyi kaosa sürükleyecek
bir süreci başlatıyordu.
Birinci
Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu politikasını dilediği noktaya götürmek için
İngiltere’nin Filistin’e ihtiyacı vardı. Burası, Irak’ın akıl almaz
zenginlikteki petrol yataklarıyla Taymis Nehri’ne kadar İngilizleşmiş hayati
bir geçit olan Süveyş Kanalı arasında köprü görevini sağlayacaktı.
Bu
isteği gerçekleştirmek için, İngiltere, gösterişli bir şekilde, beş yüz yıllık
Türk hâkimiyetini bir aydınlık Hıristiyan üstünlüğü örneğiyle silmeye ve dağınık
Yahudilere eski vatanlarının kapılarını açmaya girişmişti. Ama problemler
tümüyle üstesinden gelinemeyecek bir biçimde ortaya çıkmış ve başarısızlığın
bilincine varan İngiltere, sonunda manda yönetiminden vazgeçmişti.
14
Mart 1948 günüydü. Sir Alan Gordon Cunningham, o gün İngilizlerin Filistin’den
ayrıldıklarını, Yahudilerin İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilân ettiklerini,
Arapların savaşa girdiklerini gördü. Bir ihtilafKutsal Toprağı alevlere boğacak ve bu alevler bir daha da
sönmeyecekti.
İhtilafı
kaçınılmaz kılan ise bir oylama oldu. 29 Kasım 1947 soğuk bir Cumartesi günü,
ilk savaş mermilerinin Kudüs damlarına düşmesinden 6 ay önce, yeni kurulan
Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye elli altı ülke temsilcileri New York
banliyösündeki Flushing Meadows’da toplanmıştı. Orada, eski bir patinaj
salonunun kubbesi altında, Akdeniz’in doğu kıyısında yer alan, Danimarka’nın
yarısı, nüfusu Belçika nüfusunun beşte biri kadar olan, Eski Çağ haritaları
yapanlar için evrenin merkezi ve dünyanın başlangıcında bütün insanların
yollarının yöneldiği bir toprak şeridinin, yani Filistin’in kaderini
çizeceklerdi.
Birleşmiş
Milletler’in kısa tarihinde, bunca ihtirasın gemi azıya aldığı görüşmeler pek
nâdirdi. Örgütte temsil edilen her ülke bu bölgeye, şu ya da bu şekilde, manevi
mirasının bir bölümünü borçluydu. Uluslararası meclise Filistin’in Arap ve
Yahudi olarak iki ayrı devlete bölünmesi teklif ediliyordu. Böylece ortak
bilgelik 30 yıl süren iç savaşa son verecekti. Ama, umutsuzluğun kalemiyle
çizilen bu paylaştırma haritası katlanılabilir bir ödünler ve kabul
edilemeyecek kepazelikler karışımıydı.
Kurulacak
Yahudi devletinin topraklarının çoğunluğu ve neredeyse nüfusunun yarısı Arap
olduğu halde, Filistin’in yüzde elli yedisi Yahudilere bırakılıyordu. Bu Yahudi
topraklarının girintili, çıkıntılı ve acılı sınırlarına gelince, sağduyuya
olduğu kadar savunma gereklerine karşı da gerçek bir meydan okumaydı.
CİNAYETLERİ BATI İŞLEDİ,
ARAPLAR SUÇLU İLAN EDİLDİ!..
Birleşmiş
Milletler’in denetimine bırakılan Kudüs, üzerinde ne Arapların ne de
Yahudilerin başkent kuramayacakları bir uluslararası toprak oluyordu.
Birleşmiş
Milletler’in tarihi toplantısından aşağı yukarı tam 30 yıl önce, İngiltere
Yahudilere, içlerinden pek çoğunun beslediği düşü gerçekleştirmeleri için ilk
elle tutulur fırsatı vermişti: “Filistin’de bir yuva kurmak”.
Yahudilerin
tarih boyunca yaşadıkları sürgün yıllarında tek altın çağını İspanya’da kurulan
Endülüs Emevileri dönemiydi. Avrupa ülkelerinin çoğu onlara kapılarını
kaparken, Osmanlı Devleti her zaman kapılarını açmıştı. Hitler’in gaz
odalarında korkunç Yahudi kıyımı dizisi İslâm dünyası tarafından değil, hep
Avrupa’nın Hıristiyan ülkelerince sürdürülmüştü.
Dolayısıyla,
işlenen cinayetlerin yükü bize değil bu uluslara yüklenmelidir, diye itiraz
ediyordu Araplar.
Bu
süreçte Filistin’in paylaşılmasını gerçekleştirmekte en çok çaba gösteren
Birleşik Amerika’ydı. Başkan’ın danışmanı olan iş adamı Bernard Baruch,
Fransa’nın Birleşmiş Milletler’deki delegesi Alexandre Parodi’yi, ülkesinin
paylaştırmaya karşı çıkması halinde Amerikan yardımının kesilmesinin muhtemel
olduğunu söyleyerek tehdit etmekten çekinmemişti.
Bu
hayati süre boyunca, paylaştırmaya karşı dört ülke (Yunanistan, Liberya, Haiti
ve Filipinler) inanılmaz bir baskı ve hatta tehdit dalgasıyla karşılaşacaklardı.
New
Yorklu parlamento üyesi Emmanuel Cellar, Başkan’a yolladığı bir açık telgrafta
“Yunanistan gibi direnen ülkelerin yola getirilmesini” istedi. Koridorlarda
korkunç söylentiler dolaşıyordu. Bunlardan birisine göre Tayland delegesi
öldürülmüştü.
Eğer
Birleşmiş Milletler, Filistin’in paylaştırılması yönünde karar alırsa, bütün
Arap devletlerinin desteklediği Filistin Arapları, İngilizler gider gitmez
Yahudilerle savaşacaklardı.
Eski
Yahudi tapınağının mihrabında kurban edilen hayvanlarla, İsa’nın (a.s.) çarmıha
gerilişiyle, insanların duvarları dibinde ölüşüyle Kudüs yeryüzünde hiçbir
şehrin yaşamadığı dökülen kanın laneti içinde yaşamıştı.
ÜÇ BÜYÜK DİNİN KUTSAL
İZLERİNİ TAŞIYAN ŞEHİR
Tek
Tanrı’ya inanan üç büyük din (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık)
tarafından kutsal sayılan Kudüs’ün taşları bu üç dinin kutsal izlerini ve din
adına işlenmiş cinayetlerin anısını taşımaktaydı. Davud ve Firavun, Sennaşerib
ve Nabukadnezar, Herod ve Ptoleme, Titus ve Godefroy de Bouillon komutasındaki
Haçlılar, Timurlenk ve Selahaddin Eyyübi’nin askerleri, Türkler ve Allenby
yönetimindeki İngiliz askerleri, hepsi burada savaşmıştı. Hepsi Kudüs için can
vermişlerdi.
Eski
Şehir’in öbür ucunda, geniş bir alanın ortasında, Kudüs’ün başka bir inanç için
taşıdığı önemin tanığı Kubbetu’s-Sahra yükselir. Tek ve rahmet sahibi Allah’ı
yücelten zarif yazıları şereflendirmek için yeşille altın sarısının birbirine
karıştığı kubbesinin mozaikleri altında siyah bir kaya yığını (Hacer-i Muallak)
görülür. Eski Çağların en yüce yerlerinden biri olan burası Moriya Dağı’nın
tepesidir. İslâm geleneği, üzerindeki hafif bir izin Hz. Muhammed’in (s.a.v.)
Burak’la miraca çıktığı gece onu yerde tutan Cebrail aleyhisselâmın elinin izi
olduğu kabul edilir.
Hz.
Süleyman’ın (a.s.) yaptırdığı tapınağın kalıntısı olan Ağlama Duvarı,
Yahudiliğin en kutsal yeridir. Yirmi yüzyıldan beri, dört yana dağılmalarının
ardından ağlayan Yahudiler ona doğru dönerler. Koca taş bloklarının yarıkları
ve çatlakları arasında bir sürü kağıt parçası bulunur. Kimi Tanrı’ya bağlılık
mesajı yollamıştır, kimi yeni doğan çocuğunun ya da hasta karısının Tanrı
tarafından kutsanmasını ister, kimi de ters giden işlerinin düzelmesini ya da
İsrail halkının kurtuluşunu diler.
Kim
bilir kaç kuşak Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlar birbirine karışmış olarak bu
vadinin beyaz taşları altında uyumakta, hayatları boyunca elde edemedikleri
barışı ölümde bulmaktadırlar.
Birbirine
düşman etnik ve tarihsel bir sürü adacığa bölünen Kudüs’e, işgalci İngilizler
üç yeni bölge daha eklemişlerdi.
VE
FİLİSTİN’İ PAYLAŞMA KARARI VERİLİYOR
Arap
ya da Yahudi bütün Kudüs halkı, aynı kuşku içinde şehrin kaderinin bağlı
bulunduğu uzak toplantının her sözünü dinlemek üzere radyolarının başına
toplanmıştı.
Hâlid
bin Velid (r.a.) ve Halife Ömer’in (r.a.) savaşçılarının başında kutsal şehre
girdiği 638 yılından beri, Kudüs’te hep bir Hâlidi ailesi yaşamıştı. Şimdi de
bu ailenin bir ferdi olan Sami Hâlidi, çevresine topladığı öğrencilerden
Filistin’i yönetecek bir seçkinler topluluğu oluşturmayı hedefliyordu.
Filistin’de
en çok aranan otuz Yahudi, tabaklar, fincanlar ve yarım düzine kadar votka
şişesiyle kaplı bir masanın üzerine yerleştirilmiş eski radyonun çevresine
toplanmış, haberleri dinliyorlardı. Odayı dolduran kişilerden Yigal Alon ve
İzak Rabin gibilerinin adlarını bütün dünya yirmi yıl sonra duyacaktı.
Aralarında
“Oylama sonucu olumsuz çıkarsa Araplara savaş açacağız” diye konuşuyorlardı.
Kurulda,
David Ben Gurion dört elin havaya kalktığını gördü. Bir Yahudi devleti kurma
kararı tek oy farkla sağlandı. David Ben Gurion, on bir kere daha masaya vurdu
ve açıkladı: “İsrail Devleti doğdu. Oturum kapanmıştır.”
Sonra
kurul yeni devlete bir ad koymaya karar verdi. “Sion” ve “İsrail” adları ortaya
atıldı. Oylama sonucu Yahudi devletinin adı “İsrail” olacak ve resmen “İsrail
Devleti” diye anılacaktı.
Arapça
bölümünden genç gazeteci Hazım Nusseybi, “33’e karşı 10 oy ve 10 çekimserle,
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Filistin’in paylaştırılmasına karar
vermiştir.”
YAHUDİLERİN
SEVİNÇ ÇIĞLIKLARI KUDÜS’Ü İNLETİYOR
Bu
haberi merakla bekleyen Yahudiler sevinç çığlıkları atmaya başladı. Surların
ardında gizli bir avluda yükselen garip bir gürültü sessiz karanlıkları
dolaştı. Bu bir şofarın, Yeşu’nun bir üfleyişte Eriha duvarlarını devirdiği koç
boynuzunun sesiydi.
Sami
Hâlidi’ye gelince, salıncaklı koltuğundan kalktı ve kitaplığa geçerek radyoyu
kapadı ve sadece: “Şimdi trajedi
başlayacak” dedi.
Pijama
ve terlikle, omuzlarına attıkları sabahlık ya da pardösüyle, Kudüs Yahudileri
yolları kapatmaya başladılar. İçki içip eğlenmeye başladılar. Sabahın ikisine
doğru, binlerce Yahudi, Kudüs’ün merkezini kaplamıştı. Her kavşakta, sevinçten
uçan gençler çılgınca hora tepiyorlardı. Birbirine yabancı kişiler sarmaş dolaş
oluyor, öpüşüyorlardı. Dünyanın ilk Yahudi şehri Tel-Aviv, karnaval gecesini
yaşayan bir Latin başkentini hatırlatıyordu.
Siyonist
bayrağındaki beyaz zemin üzerine soluk mavi Davud yıldızı, binanın direğine
çekildiğinde, kalabalıktan bir alkış tufanı yükseldi. Dahası bir kalabalık
değil, ulus olmanın sevincini yaşıyorlardı.
ARAP DÜNYASININ EN BÜYÜK
ÜLKELERİ SUSPUS!..
Arap
mahallelerinin ıssız sokaklarında, zafer haykırışlarının yankıları çan sesi
gibi ortalığı çınlattı. Sessizliği bozan ise birbirleri arasında derin bir
üzüntü ile konuşan Araplar ise, “Her şey mahvoldu. İngilizler bizi yüzüstü
bıraktı. Bütün dünya bizi yıkmak için elbirliğiyle çalıştı. Kudüs sokaklarında
bundan sonra artık kan akacak” diyordu.
Birleşmiş
Milletler’in o gece sözünü verdiği devlet karşılığında Yahudilerin ödemek
zorunda kalacağı bedel gün gibi ortadaydı: “Savaş”.
Ve
bu savaşın ilk hazırlıkları başlamıştı bile.
Surların
öteki yanında Yahudiler bütün geceyi dans ederek geçirirken, Kudüs’teki Arap
Yüksek Komitesi’nin bütün gizli silahları ortaya çıkarılmıştı. Toplam olarak,
Filistin Araplarının İngilizlere karşı giriştikleri uzun ve kanlı başkaldırının
sona erişinden bu yana 10 yıldan fazla bir süredir gizlenen, tüfeklerdi bunlar.
Şiddet,
Arap dünyasının birkaç başkentinde patlak vermişti bile.
Ne
gariptir ki, haberi en soğukkanlı karşılayan, Arap dünyasının en büyük ülkesi
Mısır’ın başkenti oldu.
David
Ben Gurion, bir önce Kudüs’e dönmeye karar vermişti. İsrail Devleti’nin
kuruluşunu ilân ettiği konuşma esnasında yanından kocaman bir mavi-beyaz bayrak
sarkıyordu. Ve içinden şöyle mırıldanıyordu: “Sonunda özgür bir ulusuz…”
Tanrı’nın,
önderleri İbrahim’e (a.s.) verdiği topraklar üzerinde, ataları İbranilerin ilk
görünüşünden bu yana, acılar ve mücadelelerle dolu 4 bin yıl geçmişti…
KUDÜS
BİR KEZ DAHA KAN VE ATEŞE BOĞULUYOR
28
Mayıs 1948 günü İsrail Devleti’nin kurulduğunun ilân edilmesiyle birlikte
Yahudiler ve Araplar arasında süren büyük çarpışmalarla Kudüs bir kez daha kan
ve ateşe boğulmuştu.
1949’da
İsrail hükümeti, hâlâ şehre uluslar arası bir nitelik verme umudunu yitirmeyen
Birleşmiş Milletler ve Birleşik Amerika’nın iradesine karşı çıkıp Kudüs’ü
başkent yaptı.
İsrailliler,
Filistin’in paylaştırma planıyla Arap devletine bırakılan bin üç kilometre karelik
bir toprağın ve yüz on iki köyün sahibi oluyorlardı. Araplar ise sadece, Yahudi
devletine ait olan üç yüz elli kilometre kare toprakla on beş köy elde etmiş
bulunuyorlardı.
Bu
savaşın yol açtığı felaketlerden hiçbiri, ilk ailelerin Kudüs’ten kaçışıyla başlayan
Arap göçmenler trajedisi kadar uzun süreli bir anlaşmazlık tohumu
bırakmayacaktı. Filistin’den sürülen Arapların sayısı asla kesinlikle
öğrenilemezdi. Arap devletleri bunların sayılarının bir milyondan fazla
olduğunu söylediler, Birleşmiş Milletler de bu sayının beş yüz binle yedi yüz
bin arasında olduğunu açıkladı.
KAMPLARIN SEFALETİNDE BÜYÜK
BİR KUŞAK DOĞDU
Hem
Arap propagandasının yemi, hem de İsrail Devleti’nin vicdan azabı olan Filistin
göçmenleri sefil kamplara dolduruldular ve oralarda ancak Birleşmiş
Milletler’in yardımıyla yaşadılar.
Bu
kampların sefaletinde koca bir kuşak doğdu ve büyüdü, hiç tanımadığı yitirilmiş
topraklara dönme ve intikam düşleriyle beslendi. Altı Gün Savaşları’nın
ertesinde, bu Filistinliler “Fedai Nesli” adıyla Orta Doğu sahnesine çıktılar,
bu bölgede hüküm süren dram konusunda söyleyecekleri sözleri bulunduğunu dünya
kamuoyuna açıkladılar.
Otuz
üç devletin Filistin’i paylaştırmayı kararlaştırdığı akşam doğan ihtilaf, başka
kurbanlar verilmesine yol açacak ve pek çok sarsıntılara sebep olacaktı.
Artık
mutlu günler sona ermişti.
Kadim
topraklarda nefret, kin ve kaos yeşermeye başlamıştı.
Siyonist
Yahudiler, iki bin yıllardır kendilerine başkaları tarafından yaşatılan sürgün,
sefaleti ve acıyı yurtlarından sürdükleri Filistinlilere reva görecekti.
Ve
Larry Collins- Dominique Lapierre’in
“Kudüs... Ey Kudüs” isimli eserlerinde de belirttiği gibi artık hiçbir
şey eskisi gibi olmayacaktı!..
***
SİYONİST İSRAİL’İN
SOYKIRIMI DEVAM EDİYOR
1947’den
beri Orta Doğu’nun kalbine bir hançer gibi saplanan, Filistinlilere hayat hakkı
tanımayan, kana ve işgale doymayan siyonist İsrail dünyayı kıyamete zorluyor.
İsrail
önce 1967’de Batı Şeria’yı, sonra Golan’ı işgal etti. 7 Ekim 2023’te de
Filistinli mücahitlerin “Aksa Tufanı”yla zulme karşı isyan ateşi yakmasını
bahane ederek Gazze’yi işgal etmek için harekete geçti.
Binyamin
Netenyahu’nun önderliğindeki İsrail zalimliğini ispatlamak, Gazze’yi yemek için
eşi benzeri görülmemiş kirli bir savaşa girişti. Tam 430 gündür terör devleti İsrail’in
bombaladığı, dünyanın naklen yayınlarla pembe dizi izler gibi izlediği Gazze’de
“küçük kıyamet” yaşanıyor.
İsrail'in
7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi ve Batı Şeria’ya düzenlediği saldırılarda 17
bin 499’u çocuk, 11 bin 985’i kadın olmak üzere toplam 44 bin 721 sivili
hunharca paramparça edilerek hayattan kopartılırken, 106 bin 087 kişi ise
hastaneden, doktordan, ilaçtan yoksun bırakılarak yoksun bırakılarak ölüme
terkedildi. İsrail güçlerinin engellemesi nedeniyle enkaz altından
çıkartılamayanların sayısı bilinmezken, soykırım hız kesmeden devam ediyor.
***
BAAS DEVRİLDİ, ŞİMDİ NE
OLACAK...
3
kıta, 7 iklimde 624 yıl hüküm süren koskoca Osmanlı Devleti’nin 1768-1774 Rus
savaşı ile önemli toprak kayıpları ile zafiyete düşmesini fırsat bilen 7
düvelin sırtlan sürüleri harekete geçti.
Birinci Dünya Savaşı’nda (28 Temmuz 1914 -11 Kasım 1918) 7 cephede
kuşatıldı. Çanakkale, Kafkasya, Sina ve Filistin, Irak, Hicaz-Yemen, Galiçya,
Balkan Cepheleri’nde âdeta mahşer yaşandı. Osmanlı Devleti’nin “Orta Doğu”dan çekilmesiyle
“özgürlük” naraları atan kral ve halklarının yüzü bu tarihten sonra hiç
gülmedi. Aradan geçen bir asır içerisinde her gün zenginlikleri sömürülen,
vatanları ve özgürlükleri elinden alınan, sadece vatan ve özgürlükleri değil,
mal, can ve ırzlarına geçilen “ülke”lerin hâli içler acısı.
Osmanlı’dan
sonra oluşturulan devletçiklerle “mezhep savaşları”nın arenası hâline gelen
“Orta Doğu” kan gölüne döndü. Yetmedi, bölge üzerinde emelleri olan
emperyalistlerin enerji, jeopolitik ve stratejik öneme haiz yerlere çökmek için
“vekalet savaşları” marifetiyle çıkardıkları iç çatışmalar milyonlarca insanı
vatanından ve canından etti. Kaossuz bir günü geçmeyen ve 17 Aralık'ta 2010’da
“ekmek, onur, demokrasi ve özgürlük” kılıfı ile “Arap Baharı” ateşini yakan emperyalistler
bir asır önce uyguladıkları “böl, parçala; yönet” taktiğinde yeni bir evreye
geçti. “Böl, parçala; yut”.
“Aksa
Tufanı Operasyonu”nu bahane eden İsrail, bir taraftan batılı emperyalistlerin
tam desteğiyle 7 Ekim 2023’ten beri Filistin’i “yutmak” için Gazze’de adım adım
soykırım planını devreye sokarken, diğer taraftan “Hizbullah”ı bahane ederek
Lübnan’ı yumuşak lokma hâline getirmek için ilk hamlesini yaptı. Ateşkes
sürecinin ihlal edildiği bahanesiyle yapacağı ikinci hamleyle bölünmenin arifesinde
olan Suriye’den pay almanın planlarını devreye sokacak.
13
yıldır alan boşaltıp demografiyi değiştirerek Suriye’yi istikrarsızlaştıran
İsrail, ABD, Rusya ve İran’ın birdenbire Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm’ın (HTŞ) başını
çektiği muhaliflere yol verdi. Kullanışlı aparat Suriye Baas Partisi’nin lideri
ve Devlet Başkanı Beşşar Esed’in ipini çeken İsrail, ABD, Rusya ve İran,
Suriye’yi paylaşmanın planlarını yavaş yavaş dünyaya kamuoyuna deklare etmeye
başladı. Günlerdir adım adım ilerleyen başını Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm’ın (HTŞ)
çektiği muhalifler Esed’in son kalesi Şam’daki Başkanlık Sarayı’na girerek 61
yıllık Baas Rejimi ve 53 yıllık Esad ailesi iktidarını devirdi. Eli kanlı
Esed’in Şam’ı terk etmesiyle Suriye üzerinde plan yapan sırtların iştahı daha
da kabardı.
Kuzeybatıdaki
Lazkiye vilayetinde bulunan ve Suriye’deki en büyük hava üssü olan Hmeymim Hava
Üssü’yle Akdeniz’e inen Rusya; PKK/ PYD/ YPG terör örgütüne bütün imkânlarını
seferber ederek Fırat’ın doğusunda kukla bir devlet kurdurmaya çalışan
İsrail-ABD; Devrim Muhafızları’nın güdümünde hareket eden milisleri jonglör
gibi kullanan İran, Suriye’nin parçalanan bölgelerinde yeni bir istikrarsızlık
oluşturmak için fırsat kolluyor.
İç
savaş ve oluşturulan kaoslarla göçe tabi tutarak alan boşaltan /açan emperyalistler,
siyonistlerin doktrininde yer alan “Arz-ı Mev’ûd” hezeyanı kapsamında “Büyük
İsrail” için Nil’den Fırat’a uzanan bölge için adım adım zemin
hazırlanıyor.
Hey’etu
Tahrîri’ş-Şâm’ın (HTŞ) çektiği muhaliflerin Baas Rejimi’ne karşı sahada
kazandığı zafer, bakalım masada nasıl bir boyuta evrilecek. Suriye ve bölge
ülkelerini zor günler bekliyor.