'Şimdi Akif, gün gün ölen biri değil, saat saat doğan biridir'
" Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O
ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa,
göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır
sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor
zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım
yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Mehmet
Akif Ersoy bu
satırları yazarken, bir dünya kayıyordu ayaklarının altından, yeni bir dünyanın
temelleri atılıyordu, ümmetin kaderi yeniden örülüyordu adeta.
Duyarlı bir mütefekkir şuuruyla, şairlik misyonunu yüklenmiş
olan Akif, bir konuşmasında; “Kendimi milletimin huzurunda gördüğüm
günden beri, sanattan ziyade cemiyeti düşünmek istedim " diyecek ve
1900' lerde bir gözyaşı edebiyatından başka anlam ifade etmeyen, Türk şiirinin,
tüm yaşananlardan sonra manasız olduğunu anlatmaya çalışacaktır.
Toplumda ters giden akışa karşı, tepkisel bir duruş
sergileyecek, sorumlu bir aydın duyarlılığıyla, sanatını tehlikeli mecralara
sürüklese de, kimi zaman vaaz, kimi zaman hikâyeler ve nükteler ama daha çok
dua formunda, şiirler ondan geriye güçlü bir miras olarak sonraki nesillere
kalacaktır.
“Ey,
bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten
ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne
büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in
arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana
dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim
gel seni târîhe" desem, sığmazsın.”
İlhâmını Kur'an'dan alan, ilâhi öğretiyi bir muska gibi
yüreğinde taşıyan şair, içinde yaşadığı cemiyetin son dönemdeki manevi
felaketine şahitlik edecek ve şiirleri o dönemin derin izlerini taşıyacaktır.
"Safahatimde
eğer şiir arıyorsan arama" diyen şairin, Safahat
Üçüncü Kitapta, 4 Cemâziyelevvel 1329 ( 10 Nisan 1913 ) tarihli, "İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri
yüzünden bizi helâk eder misin Allahim! "( 7, 155)Ayeti Kerime'nin
tercümesini okurken, anlıyoruz ki, ümmetin derinden gelen çığlığının son
çırpınışlarının ifadesi şeklindedir onun nidası.
Mehmet Akif, Ulu çınarlar gibi, kökleri derinliklerde, tüm
coğrafyayı kaplamış bir medeniyetin çöküşüne şahitlik ederken, şiirlerini adeta
dua makamında, içli yalvarışlarla yazacaktır.
Yaşadığı gibi yazan Mehmet Akif, vatanın her köşesi kan ve
gözyaşı deryasında iken, şair, düşünür ve eylem adamı olarak insanlığın hep
önünde yer almıştır.
Kalemini bir
direnişçi gibi kullanmış ve adanmış bir ömrü kuşanıp, gelecek nesillere
ibretlik vesikalar bırakmıştır.
Bu günün sanatçısına onun bıraktıkları bir rehber bir
izlektir adeta. Şairin bu soylu ve güçlü duruşunu, Sezai Karakoç, “Mehmet Akif Kitabı”nda ; " Türk Edebiyatında, Akif kadar hayatı şiire ve şiiri hayata
sokmuş bir şair yoktur" diye ifade edecektir.
Ankara'nın soğuk ve yalnız caddelerinden sıyrılıp, sığındığı
Tacettin Dergâhında yüreğini
beslerken, Sebilürreşad Dergisi onun
çığlık gibi yükselen şiirlerini konuk edecek, edebi kimliğinin oluşmasına büyük
katkılar sağlayacaktır.
Mümin bir sanatçı duyarlılığıyla, yazarken ve yaşarken,
çileli bir hayata talip olduğunu ve bunun semeresini sonuna kadar ödediğini
görüyoruz.
Gönüllü sürgün günleri olarak da değerlendireceğimiz
Mısır'da kaldığı yıllar, O'nun için canı gibi sevdiği vatanından, eşinden
dostundan, evlatlarından da ayrı kaldığı bir dönemdir ve zorlu bir dönemdir.
Yenigün
Dergisine yaptığı mülakatta bunu daha iyi anlıyoruz.
“-Özledin
mi bizi üstat?
-Özlemek
mi oğlum... Özlemek mi?
Bu
acının büyüklüğünü bir daha kendi içinde görmek ister gibi gözlerini yumdu,
sonra, kesik kesik konuştu;
-Mısırdan
üç gecede geldim... Bu üç gece, otuz asır kadar uzun sürdü... Orada on bir yıl
kaldım... Fakat bir an oldu ki, on bir gün kalsaydım, çıldırırdım...
-Hasret...
Kupkuru
dudaklarından kendi gibi solgun bir ses sızıyor:
-...Çok
acı...(Yenigün: 1.7.1936)
Destanlar zaferlerden sora yazılır. İstiklal Marşı da büyük
bir gönül coşkusuyla Kurtuluş Savaşından sonra yazılmıştır.
Aynı mülakatta Feridun Kandemir soruyor:
“-İstiklal
Marşı'nı nasıl yazdınız?
Yavaşça
yatağından doğruluyor, yastıklara yaslanıyor, sesi birden canlanıyor:'Doğacaktır, sana vaat ettiği günler
hakkın!..'
-Bu
ümitle ve imanla yazılır. O zamanı düşünün... İmanım olmasaydı yazabilir
miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu,
elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır... Şu var ki, İstiklal Marşı' nın şiir olmak üzere
bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir değeri vardır."
Yaşadığı dönemde, yeterince anlaşılamamış ve değer
görmemiştir Mehmet Akif Ersoy. Ama Sezai
Karakoç'un belirttiği gibi, bizler de gönülden inanıyoruz ki; " Şimdi Akif, gün gün ölen biri değil,
saat saat doğan biridir."
Sanat ve fikir dünyamızın yıldızları arasında yer alan büyük
vatan şairi için ne yazsak az kalır. Akif yıllar geçtikçe daha çok
sahiplenilecek, daha çok anlaşılacak ve eserleri kuşak kuşak okunacaktır. Kutlu
Anadolu topraklarının semalarına bir münacat gibi yükselen şiirleri, onun
yüreğinden akıp gelen samimi içli yakarışlarla yazılmış destanları büyük bir
miras olarak nesilden nesile aktarılacaktır… Vatan şairimize, büyüğümüze
Allah’tan rahmet diliyoruz…