Sanat ve Aksiyon
Gayesiz hiçbir şeyin menziline ulaşmayacağı şuuruyla, aksiyonu gerçekleştirecek ideali kuşanmanın zaruretini anlatabilmek, mevcut şartlar içinde en eksik ve hayati meselemizdir düşüncesiyle; Aksiyonun zarafeti Sanat başlığıyla “Aylık-Baran” dergisinde yayınlanmış yazımdan iktibaslarla konuyu tekrar ele almak istedim bu hafta.
“Menzili olmayan oluş, başıboş sıkılmış bir kurşun gibi bir
hedefi vurur ama istenilen hedefi değil. İnsanın yaşamı, doğumundan ölümüne
başlı başına bir aksiyon aslında. Ama rahmetli Sezai Karakoç’un “Hayatın
kendisi değil gayesi kıymetlidir”
sözünden mülhem, hayat aksiyonunu, nispeti ve gayesi kıymetli kılar.
Zamanın, bir değirmen gibi insanı öğütüyor oluşuna dair çok
latif sözler zikretmiş eskiler. Zaman öğütür herkesi ve her şeyi. Kalıcılığı
sağlayan şey, kendi zamanına ve daha keyfiyete malik ise geniş bir zaman
dilimine mührünü vurabilenlerdir. Bu mührü vurabilmek için kullanılan
vasıtalardan birisi de, belki de
sıralamada ilk beşin içinde olan sanattır.
Sanat bu aksiyonun ahengi ve zarafetini belirleyen bir
derinliktir. Ya da şöyle toparlayalım; Sanat, doğumundan ölümüne, başlı başına
aksiyon olan insan hayatına, derinlik, zarafet ve ahenk katan, müşahhas
tarafları mücerretin yansımaları olan bir şeydir.
Fakat Ruhların bağlanacak bir mihrak noktası ararken
uçurumdan yuvarlanır gibi sürüklendiği bir zamanda, sanat bahsi, sadece sanatçı
ve sanat eseri olarak ele alınabilecek durumda değil.
İdeal olan, fikrin eşya ve hadiselere nakşedilmesidir. Fikri
eşya ve hadiselere nakşetmek, o fikrin çerçevesini çizdiği dünya görüşünü
hayatın her alanında yaşanabilir hale getirip hâkim kılmak demektir. Devletin
siyasi, sosyal, hukuki, iktisadi ve askeri temellerini fikre nispetle
oluşturmaktır. Sosyal yönü ve kalabalıkların yaşam biçimini belirleyici olma
özelliğiyle, en çok kültür ve sanat anlayışını fonksiyonel bir halde hayatın
içine sirayet ettirebilmek demektir.
Çünkü sanat, içinde bulunduğu ruhi bünyenin tezahürü, var
olduğu cemiyetin estetik yüzüdür. Medeniyetin derinliğini oluşturan ana
unsurlardan birisi…
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “en mücerret-ruhi sanat”
diye tarif ettiği, umumi ifade olarak da ruhun gıdası olarak nitelendirilen
müzik, resim, mimari, edebiyat veya herhangi bir sanat dalı, bu gün hangi
seviyede ve ruhları neyle, nasıl doyuruyor?
Ruh, iyi ve güzel olanla gıdalanır. Kötünün nefsi tatmin
edici, ilahi olandan uzaklaştırıcı tesirine nisbetle ruh, ancak iyi ve güzel
olanla doyar, tatmin olur.
Yani ruhu doyuracak eser yoksa nefsin beslendiği zehir var
demektir. Bugün gençliğin ruhunu ulvi ve nezih şeyler mi besliyor yoksa ucube
ne idüğü belirsiz şeyler mi?
Maalesef, internet çağında müzik bahsine dair bir
isimlendirme yapmak gerekseydi Kakafonik senfonya derdim. Bulamaç haline
getirilmiş fikirler, ruha tesir etmeyen hitabeler, sevgiliye dokunmayan
şiirler, yönünü bulamayan siyasi çekişmeler, önünü göremeyen aydınlar, eser
kabızı sanatçılar, sanal dehalar, sanal yorumcular derken, Babil kulesinde,
devamlı konuşan ama birbirini hiç duymayan insanlar yığınına emsal bir durumun
adıdır Kakafonik senfonya !
Hiç durmayan bir ses, ama ne kulağa hoş geliyor ne ruha!..
Diğer tarafıyla “herşey zıttıyla kaimdir” ölçüsünce,
tezahürlerini az görüyor olsak dahi, nüve halinde, saçılan tohumların yeşerebileceği
müthiş bir ruh bünyesini de içinde barındırıyor bu zaman.
Kakafonik senfoniyi susturacak, bir sur sesi duyuluyor adeta
derinden derine… Ümitsiz değiliz hamdolsun ama sanat bahsi ve daha ötesi yaşam
tarzı kavgasında, inandığımız değerlere uygun faaliyetleri hayatın merkezine
nakşedemediğimiz her an, karşı zihniyetin bizi çektiği bataklığa
sürüklendiğimizi de görüyoruz.
“Savaşamadığın her an onlara dâhil oluyorsun” diyordu
Mütefekkir. Onların dayattığı anlayış ve yaşam tarzına karşı ideali, hayata
nakşedecek vasıtaları hem de imkân varken iyi kullanabilmek gerek.
Mevcutta ideale basamak olabilecek şeyleri…
Özlediğimiz bayramlara bir an önce kavuşmak duasıyla, ülkemize,
İslam Âlemi ve insanlığa hayırlar getirmesini temenni ederek bayramınızı tebrik
ediyorum.