Ölümü güzelleştiren Mevlana İdris'e rahmetle
“Ah
her şey burada kalıyor demek
Bu
içimizi ısıtan güneş,
Özenle
kurduğumuz evler
Aşk
için büyüdüğümüz günler
Yorgunluklarımız
O
aziz acılarımız savaşlar
Demek
hepsi
Burada
kalıyor öyle mi
Boşuma yaşadık desene
Özgür
bir yürek olmaktı en güzeli…”(Mevlâna İdris Zengin)
Ölümüyle güzelleşen insanlar vardır. Ölümü güzelleştiren güzel adamlar. İşte onlardan birisi daha geçip gitti bu zorlu, acılı, süfli dünyanın duraklarından…
Kızlarağası Medresesi’nde selamlaşıyoruz. Vakur,
nezaketli, erdemli, ölçülü duruşu, şair yüreği yüzünün hüznünü, gölgeli
tebessümlerle güzelleştirmiş bir güzel ağabey. Çocuk yüreklerinin sırrına vakıf
olmuş. Onların dünyasına yakın yüreğiyle saf ve merhametli, tertemiz kalmış,
soylu yüreğiyle harf harf, cümle cümle ilham ile dokumuş satırlarını.
“Ne
hoş bir güzelliği vardır hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin.
Kimseye bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların, onurlu bir yaşamı seçenlerin.” Virginia
Woolf ne güzel ifade etmiş. Arkasından yazılanlara bakılınca hiç de ölünce
badem gözlülerden değilmiş Mevlâna İdris. Güzel yaşamış, güzel yazmış,
güzellikleri yaşatmış insanlara. Selamı, dostluğu, şiiri, bıraktığı her iz,
güzelmiş vesselam…
Memleketlisi, Zarif Şair Cahit Zarifoğlu ve şiirini
dava gibi seslendirmiş Abdurrahim Karakoç gibi Maraş’ın mümbit, bereketli
topraklarında hayat bulmuş has şairlerle aynı gün 7 Haziran’da Rabbine yürüdü…
“En
son ölüm gelir, Yine de erken deriz” diyor ya şair, ölümü
vuslat bilmek gerek. Ölüm kavuşmaktır. Ölüm menzile ulaşmak, anavatana
ilticadır. Ama işte yakın zamanda yüreğimiz yakan Bülent Parlak kardeşimizin
dediği gibi, “Her insan ölecek yaştadır”. Ölüme o denli de yakınız, bir
nefeslik, bir anlık, göz açıp kapayıncaya kadar yakınız işte…
Ölümün kara, soğuk, ürperten, evleri tarumar eden,
varları yok eden ama aynı zamanda vuslatlara gebe, cennetlere kapı aralayan
soluğu gelmeden dostlar yüreklerimize yürüyelim…
Ölüm var…Ölüm her an hepimizi bulabilir.
Ölüm gelmeden, hasbi dostlukların peşine koşalım.
Ölüm gelmeden, kırıp döktüğümüz yürekleri tekrar
onaralım.
Ölüm gelmeden arayıp sormadıklarımızın, kapısını
çalmadıklarımızın kapısını çalalım.
Ölüm gelmeden, haset etmeyi, kıskanmayı, arkadan
çekiştirmeyi, bırakalım.
Ölüm gelmeden ölüme yürüyerek, sakin, mütevekkil,
bir misafir edebi ve ahlakıyla eşyayla muhatap olup, açgözlülüğü, tamahkârlığı
bir kenara bırakarak kendimize çeki düzen verelim dostlar. Ölüm gelmeden
kimsenin hakkı üzerimizde midir diye dönüp bakalım…
“Üşüyoruz
kimseler aldırmıyor / Ellerimiz sevgili ellerimiz / Onlar bile yabancı Hey
Gambito biz kimiz / Seni alıp giden / Beni alıp giden / Kim böyle her akşam”
diyor ya Rahmetli Mevlâna İdris, bizi alıp gitmeden ölüm kendimize yürüyerek,
kalbimize yürüyerek, yeniden yeniden insanlaşıp, erdemli, soylu bir hayatı
ahlaklı bir şekilde yaşamanın derdine düşelim…
Her şey geride kalacak, yazdığımız kitaplar,
dergiler, söyleşiler, sempozyumlar, tv proğramları, seminerler… Her şey geride
kalacak dostlar, evlerimiz, arabalar, yaşadığımız, soluk alıp verdiğimiz bu
fani dünyada sahip olduğumuz her şeyi bırakıp göçeceğiz. Geride insanlığımız
kalacak…
Ölümüyle bile diriltenlerden, ölümüyle bile nefes
olanlardan, ölümü güzelleştirenlerden, ölümle güzelleşenlerden olalım.
Haseti, kıskançlığı, çekememeyi, hele ki edebiyat
dünyasında var olan egoyu, adam kayırmayı, kendinden başkasını görmemeyi, o
büyük enaniyeti, yok saymayı, bir kenara bırakalım… Dostlar adımlarımız sağlam,
yürüyüşümüz kavi, duruşumuz hasbi olsun, has şair gibi sessiz ve derinden akan
nehirlerin arınmışlığı ve duruluğu ile akalım hayata. Öylece akalım kendimize,
yüreklerimize ve ölümle terbiye olalım, ölümden, güzel ölenlerden ders alalım…
Yüreğimizi iyileştirelim, ıslah edelim, terbiye edelim o zaman ihsana nail
oluruz, o zaman irfani bir yaşantıyı içiririz hayat damarlarımıza, işte o zaman
ölümle güzelleşiriz, güzel ölürüz…
Bilelim ki “Âşıklar ölmez”…