Yunus Emre, İbnü’l-Arabî ve Mevlana’nın Işığında

Hayatın hızına kapılıp nefes alamadığımız anlarda, kadim bilgeliğin sessiz çağrısı kulaklarımıza bir fısıltı gibi çarpar. Yunus Emre’nin Divan’ında yazdığı o unutulmaz mısralar, “Dervişlik baştadır, tacda değil / Gönülsüz derviş olamaz, nefse kul olan”, modern insanın en büyük tuzağına işaret eder: Kontrol tutkusu. Oysa Mevlana’nın Mesnevi’de dediği gibi, “Sabır, hakikatin kapısıdır” ve bu kapıyı aralamak için Şeyhu'l-Ekber İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem’deki şu sarsıcı gerçeği içselleştirmek gerekir: “Varlık birdir; O’nun zuhuru olmadan hiçbir şey var olmaz.” Hayat, tıpkı bir nehrin engelleri yumuşakça öpüp geçerek denize ulaşması gibi, kendi ritmini yaratır. Biz ise, çoğu zaman bu ritmi bozmak için direniriz.

Sevgi şairi Yunus Emre, Risaletü’n-Nushiyye’deki o meşhur dizelerle çıkar karşımıza: “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin, bu nice okumaktır.” Modern dünyanın “daha fazlası” hırsı, bizi kendi özümüzden koparıp bir yarış atına dönüştürdü. Oysa Yunus’un Divan’da vurguladığı “Gönül Çalab’ın tahtı, Çalab gönüle baktı” sözü, içsel dinginliğin kapısını aralar. Kaygılarımız bizi rotamızdan saptırdığında, Mevlana’nın Fîhi Mâ Fîh’teki uyarısı kulaklarımızda çınlamalı: “Başkasının gölgesinde kendi güneşini arama.” Sosyal medyadaki “mükemmel” hayatların yarattığı yanılsama, bizleri kendi yolculuğumuzun kıymetini unutturur. İbnü’l-Arabî’nin Futûhât-ı Mekkiyye’deki şu cümle ise tüm bu karmaşaya ilahi bir perspektif sunar: “Kader, Hakk’ın ezeli ilminin tecellisidir.” Reddedilen bir iş görüşmesi, beklenmedik bir kayıp veya hayal kırıklığı… Bunların hepsi, belki de bizi gerçek yeteneğimize götüren birer pusula.

Tasavvuf rehberi Mevlana’nın Divan-ı Kebir’indeki şu beyit, sabrın inceliğini anlatır: “Sabret ki her kışın bir baharı, her gecenin bir sabahı vardır.” Onun Şemsü'l-hak ve'd-din, Şems-i Tebrizî ile yaşadığı 13 yıllık arayış, aşkın hakikatine ulaşmanın bir sınavıydı. Bu sınav, tıpkı bir çiçeğin tomurcuğunu zorla açmaya çalışmadan, toprağın altında kök salıp sabırla filizlenmesi gibiydi. Hak felsefesinin üstadı İbnü’l-Arabî’nin Tedbirât-ı İlahiyye’deki öğüdü ise bu dengeyi özetler: “Kul tedbir alır, Hakk takdir eder.” Hedeflerimiz için çabalamak, ancak sonucu evrene bırakmak… Yunus’un Risaletü’n-Nushiyye’deki “Bin cefâ görsen de sakın şikâyet etme” sözü, şükrün kalpten gelmesi gerektiğini hatırlatır. Sahip olduklarımızın kıymetini bilmek, yeni kapıların anahtarıdır.

Bir anne, doğum sancısı çekerken nasıl ki sabırla masum kelebeğini bekliyorsa, hayat da bize en doğru anı sunmak için sessizce hazırlanır. İbnü’l-Arabî’nin dediği gibi, “Varlık, Hakk’ın aynasıdır.” Bu aynada kendi yansımamızı görmek için acele etmemeliyiz. Mevlana’nın Mesnevi’sindeki hikâyelerden biri, bir mumun alevi söndüğünde bile karanlığı yırtacak bir kıvılcım taşıdığını anlatır. Tıpkı bizim de kaybolduğumuzu sandığımız anlarda içimizde bir ışık barındırdığımız gibi… Yunus Emre’nin Divan’daki “Aşk bir güneştir, karanlığı yırtar” ifadesi, bu ışığın rehberliğine işaret eder.

Hayat, bize çizdiği rotada ilerlerken bazen sisler içinde kalırız. Bu sis, Mevlana’nın bahsettiği “Hakikat perdesi” olabilir. O perdeyi aralamak için İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem’deki şu sözü hatırlamalıyız: “Kul, kaderin yazıcısı değil, okuyucusudur.” Yunus Emre’nin “Gönül yarasına merhem olmak” için damıttığı şiirler, bugün bize şunu fısıldar: Kontrol etme, deneyimle. Bir çocuğun ilk adımlarını atarken düşüp kalkması gibi, biz de hayatın iniş çıkışlarında dengemizi ve erdemliği buluruz.

Divan aşığı Yunus Emre’nin de haykırdığı gibi: “İşitin ey yarenler, aşk bir güneşe benzer.” Bu güneş, sadece gökyüzünü değil, yüreklerin karanlık köşelerini de aydınlatır. Emsalsiz bir dağın zirvesine tırmanırken pusulanın ibresinin titremesi gibi, hayatın belirsizlikleri içinde de sabır, bize yön gösteren kutup yıldızıdır. Evet gelelim Mevlana’nın Mesnevi’sindeki o efsunlu söze, “Her kapının bir anahtarı vardır; sabırla bekleyen, onu bulur”, yalnızca fiziksel kapıları değil, ruhun gizli geçitlerini de aralar. Çünkü gerçek anahtar, dışarıda değil, içimizde saklıdır. İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem’de ısrarla vurguladığı gibi: “Kader, Hakk’ın sana en güzel şekilde tecelli etmesidir.” Bu tecelli, bazen bir fırtınanın ardından gelen meltem, bazen de küllerinden doğan bir anka kuşudur.

Hayatın bize getirdiği her deneyim, toprağa düşen bir tohum gibidir. Sabırla sulanmayı bekler. Tohumun filizlenmesi için karanlık toprağın altında kök salması gerekir; tıpkı insanın içsel yolculuğunda kendini bilmek için zamanla, sessizlikle ve kabullenmeyle yoğrulması gibi. Yunus’un Risaletü’n-Nushiyye’de dediği üzere: “İlim kendin bilmektir.” Kendini bilen, yağmurun yağışındaki ahengi, rüzgârın esişindeki mesajı, hatta reddedilişlerin ardındaki ilahi şifreyi çözer. Çünkü evren, sırlarını ancak hazır olanlara açar.

Şimdi dönüp ardımıza baktığımızda, geçmişte “keşke” dediğimiz anların aslında bizi bugüne taşıyan basamaklar olduğunu görürüz. İşte bu, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin felsefelerinden “Her kışın bir baharı vardır” evrenselliği bu ruhsallığın can bulmuş halidir. Reddedilmeler, kayıplar, hayal kırıklıkları… Hepsi, ruhumuzu işleyen birer nakış iğnesidir. İbnü’l-Arabî’nin Futûhât-ı Mekkiyye’de yazdığı gibi: “Kul, tedbiri alır; takdir Hakk’ındır.” Biz düşe kalka ilerlerken, evrenin büyük resmi sessizce dokunur.

Peki ya sis dağıldığında geriye ne kalır? Kendi hikâyemiz. Tıpkı Anadolu bozkırlarında açan bir gelincik çiçeği gibi, direnişle ve zarafetle. Yunus’un Divan’da fısıldadığı gibi: “Aşk bir güneştir, karanlığı yırtar.” Bu güneş, ne sosyal medyanın yapay ışıltılarına benzer ne de başkalarının yol haritalarına. O, yalnızca senin yürüdüğün patikada parlar.

Öyleyse, hayatın bize biçtiği rolleri oynarken, İbnü’l-Arabî’nin “Varlık birdir” öğüdünü unutmayalım. Her birimiz, bu bütünün bir parçasıyız. Tıpkı bir nehrin denize kavuşmak için dağlardan aşağı akması gibi, biz de kendi okyanusumuza doğru ilerliyoruz. Sen, okyanusa ulaşacak kadar güçlü bir damlasın. Unutma: “Kendini bilen, evrenin dilini de bilir.”

— Çünkü sen, zaten yolun ta kendisisin.