Zulüm ile âbâd olanın âkıbeti berbat olur
15 Mart 2011’de başlayan ve ülke geneline yayılan iç savaşta yaklaşık 700 bine yakın insan hayatını kaybederken, 23 milyon nüfusa sahip Suriye’de 15 milyon insan ülkesini terk etmek zorunda kaldı. 61 yıllık Baas Rejimi’nin son 13 yılında Suriye, Rusya ve İran’ın rejime destek için bölgeye gelmesi ve ABD güçlerinin de DEAŞ ile mücadele bahanesiyle PKK/YPG terör örgütüyle ortak hareket ederek bölgeye yerleşmesinin ardından birçok ulusun müdahil olduğu bir savaş alanına dönüştü.
Ülkenin
güneyindeki Dera kentinde 15 Mart 2011’de okul duvarına yazılan, “Ey doktor (Beşşar Esed) şimdi sıra sana geldi”
uyarısına aldırış etmeyen Beşşar Esed’in zulmü 13 yılda ayyuka çıktı.
Ve
27 Kasım’da Halep’te Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) liderliğindeki Suriye Millî
Ordusu’yla başlatılan ve 8 Aralık’ta Şam’da zaferle sonuçlanan Özgürlük
Şafağı Operasyonu”yla zulümde sınır tanımayan 61 yıllık Baas Rejimi
devrildi.
EMEVİ CAMİSİ’NDE ŞÜKÜR VE
MAHŞEHİ CUMA NAMAZI
Baas
Rejimi’nin sığınağı Şam düşerken, eli kanlı diktatör Beşşar Esed ve ailesi
Rusya’ya sığındı. Suriye’de Baas Rejimi’nin 61 yıllık putu ayaklar altına
alınırken, yeni bir dönemin kapıları aralandı. Muhammed el-Beşir’nin başbakanlığında Suriye Geçici Hükümeti kuruldu.
Suriye’nin
başkenti Şam’ın düşmesi ve Baas Rejimi’nin son diktatörü Beşşar Esed’in ülkeyi
terk ederek Rusya’ya sığınmasıyla dünyanın değişik yerlerinde vatanlarına
hasret bir şekilde yaşayan Suriyeli sığınmacı ve mülteciler 8 Aralık Pazar
gününü bayrama çevirdi.
Şam-ı
Şerif’in kalbi Emevi Camisi’nde şükür namazları kılınıp, Kudüs Fatihi
Selahaddin-i Eyyubi’nin (1137- 4 Mart 1193) kabri başında Fatihalar okundu. Bu ritüellere
iştirak edenlerden birisi de Suriyeliler tarafından tekbirlerle karşılanan Millî
İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim
Kalın’dı. 13 yıldır süren iç savaş, zulüm ve işgalin sona ermesinden,
diktatör Baas Rejimi’nin yıkılmasından sonra Emevi Camisi’nde mahşeri bir
toplulukla ilk Cuma Namazı kılındı. Birlik ve beraberlik ve Suriye’nin
özgürlüğü için dualar edildi.
EBU
GUREYB’DEN FARKI YOK
Bir
taraftan İdlib, Dera, Halep, Hama, Lazkiye, Humus’la birlikte Şam’ın Emevi
Meydanı’nda 7/24 konvoylar eşliğinde özgürlük coşkusu yaşanırken, diğer
taraftan Başşar Esed’in “işkence merkezi” Sednaya Hapishanesi’nden
tüyleri ürperten vahşet haberleri gelmeye devam etti. İnsanlığın nasıl ayaklar
altına alındığının, diktatör Esed’in zâlimliklerinin korkunç boyutu birer
birer gün yüzüne çıkmaya başladı.
Tıpkı
Ebu Gureyb Cezaevi’nde olduğu gibi...
Ne
olmuştu Ebu Gureyb’de!?..
ABD
yönetimi, Baascı Saddam Hüseyin’in devlet başkanı olduğu Irak’ta
biyolojik, kimyasal ve kitle imha silahları olduğu bahanesiyle Mart 2003’te
Irak’ı işgal etmişti. İşgalin ardından Irak’ın başkenti Bağdat’ın yaklaşık 30
kilometre batısında yer alan Ebu Gureyb Cezaevi’ndeki tutuklulara ABD
asker ve CIA ajanlarınca fiziksel, cinsel tecavüz ve cinayet gibi bir çok
işkence gerçekleştirmişti. ABD’lilerin gerçekleştirdiği bu insanlık dışı
olayların fotoğraflarının 2004 yılında dünya kamuoyuna yansımasıyla birlikte,
işlenen pislikler birer birer deşifre edilmişti.
Başkan
George W. Bush yönetimi, Ebu Gureyb’deki istismarların izole olaylar
olduğunu ve ABD politikasının göstergesi olmadığını ileri sürse de, sadistçe,
kaba ve gayrî ahlâkî işkenceye uğrayan muhalif esirlere sopalar ve farklı
aletlerle tecavüz edildiği, çırılçıplak soyuldukları, cinsel taciz ve tecavüze
maruz bırakıldıkları, kadın çamaşırları giymeye zorlandıkları, günlerce su ve
tuvalet bulunmayan hücrelerde tutuldukları, çırılçıplak soyulan erkek
mahkumların üst üste piramit gibi yığıldıkları, kafalarına kukuleta geçirilerek
elektrik kablolarına bağlandıkları, köpeklere parçalattırıldıkları, sürekli
dövüldükleri, işkence altında can verdikleri fotoğraf ve videolarla belgelendi.
Bu görüntüler Irak’ta bir nesil için kirli savaşı tanımlayan zalimliğin simgesi
olarak hafızalara kazındı.
2006’da
Irak hükümetine bırakılan ve 15 Nisan 2014’te kapatılan Ebu Gureyb Cezaevi’nden
geriye ABD’lilerin işlediği vahşetin tedavisi olmayan travması kaldı.
*
GUANTANOMO,
İSLAMOFOBİNİN MERKEZ ÜSSÜ
Bitti
mi, hayır!.. Irak’ta
bunlar yaşanırken, ABD’nin 11 Eylül saldırılarından sonra “teröre karşı
küresel savaş” iddiasıyla 11 Ocak 2002’de Küba’daki Guantanamo Körfezi Askerî Üssü’nde
kurduğu hapishane “işkence kampı”ne dönüştü.
Burada,
başta Afganistan olmak üzere çeşitli ülkelerde ele geçirilen, el-Kaide ve
Taliban’la irtibatı olduğundan şüphelenilen kişilere uluslararası hukuka aykırı
pek çok işkence yapıldı. Fiziksel, psikolojik ve manevi işkence gibi birçok
insanlık dışı muamelenin yapıldığı Guantanamo’da, Kur’an-ı Kerim’e saygısızlık
ve İslamofobik eylemler gerçekleştirildi.
2002’den
bu yana başta Afganistan, Suudi Arabistan ve Yemen olmak üzere onlarca ülkeden 780 kişininmahkûm edildiği
hapishanede, Haziran 2024 itibariyle birçok kişi herhangi bir suçlama veya adil
yargılanma olmadan tutulmaya devam ediyor. Dünyaya insan hakları havarisi
kesilen ABD, İslamofobik eylemlerin odağı olan Guantanamo’da insanlık dışı
eylemlerine ara vermeden devam ediyor. Zulme maruz kalanlar, “biz Allah’tan
başka sahibi olmayanlarız” diye inim inim inliyor. Guantanamo Hapishanesi,
hakkındaki tüm kapatma çağrılarına rağmen 22 yıldır hâlâ varlığını sürdürüyor.
*
MISIR’IN ZİNDANLARI
MÜSLÜMANLARLA DOLU
Diğer
taraftan Firavunlar ülkesi Mısır’da zulüm ve zindanlara atılan mazlumların
feryatları fasıla vermeden devam ediyor.
30
yıl boyunca halkına zulmü reva gören diktatör Hüsnü Mübarek’i 25 Ocak 2011’de
alaşağı eden “özgürlük savaşçıları”
Mısır’da yeni bir dönemin kapılarını araladı.
Yıllardır
Yusuf misâli zindanlara atılan, hakları gasbedilen İhvan (Müslüman Kardeşler
Teşkilatı) mücadele için meydanlara çıktı. Hep en önde saflarda olan ve yine en
öne çıkan Muhammed Mursi bayrağı
eline alıp, herkesi Firavunların kulesini yıkmaya çağırdı. Bu çağrıya kayıtsız
kalmayan özgürlüğe susamış halk, kendilerini prangalardan kurtaracak Muhammed
Mursi’nin etrafında toplandı.
Mursi,
17 Haziran 2012’de Firavunların zulmüne son vermek için yola çıkıp, halkının
yüzde 51.73’lük desteğini alarak özgürlük meşalesini yaktı. Mısır’ın demokratik
yöntemlerle seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı oldu.
Fakat
Firavunlar ülkesindeki son Firavun daha ölmemişti!.. Genelkurmay Başkanı Abdulfettah es-Sisi tarihler 3 Temmuz
2013’ü gösterdiğinde çirkin yüzünü gösterdi. Kendisini göreve atayan
Cumhurbaşkanı Mursi’yi azlederek yönetime el koyduğunu açıkladı. Mazlumların
umut bağladığı Mursi’yi görevden uzaklaştırmak için kana susamış askerlerini
sokaklara saldı. Karşı koyanlar, darbeye direnenler, hatta namaz kılanlar
keskin nişancılar tarafından infaz edildi. Rabia’tül Adeviye ve Nahda
Meydanları’nda oluk oluk insan kanı aktı. 3 bin 533 mazlum katledildi, 11 bin
520 kişi ise yaralı yaralandı.
Başta
Mursi olmak üzere darbe karşıtı 40 bin civarında insan zindanlara atılarak
işkencelere maruz bırakıldı. Bir celsede 500’den fazla sanık hakkında toplu
idam kararları verildi. İhvan’ın 100 kadar yöneticisiyle birlikte Muhammed
Mursi idama mahkûm edildi. “Hamas Adına Casusluk” iddiasıyla hakim
karşısına çıkarılan Mursi mahkeme salonunda fenalaşarak son nefesini verdi.
Müslümanları tarihten silmek isteyen zalimlerin kurduğu mahkeme salonunda 67
yaşında şehadet şerbetini içti. “İnnâ
lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.”
*
ZULMÜN ZİRVE YAPTIĞI YER
SEDNAYA
Dün
“kimyasal silah var” diyerek Irak’ı işgal edenler, bir taraftan Körfez’i
ablukaya alırken, diğer taraftan ise Doğu Akdeniz’de suları ısıtma planını
devreye soktu. Bu büyük kirli oyunu perdelemek ve ön almak için İhvan ve Mursi
kurban seçildi. Oluşturulan dezenformasyon sayesinde “küresel haydutlar”
kirli oyunlarında yeni bir safhaya geçti.
Ve sırada Suriye vardı. 13 yıl boyunca öyle cinayetler,
tecavüzler, işkenceler, sürgünler, ilhaklar yaşandı ki, insan aklına zarar!.. Karartılmış
bütün delillere rağmen Baas Rejimi’nin Şam’daki işkence merkezi Sednaya
Hapishanesi’nden 8 Aralık’tan beri gelen görüntüler yaşanan vahşeti
açıklıyor.
el-Muhaberat tarafından alınıp bir daha geri evine
dönemeyen 130 bin kişinin kayıp olduğu Suriye’de tüyleri diken diken eden sır
perdesi aralanmaya başladı.
Başkent
Şam’a 30 kilometre uzaklıkta bulunan ve çöken rejimin Savunma Bakanlığı’na
bağlı Sednaya Askeri Hapishanesi’nin
Mart 2011’deki olayların ardından rejim karşıtı göstericiler ve rejim karşıtı
askeri unsurların tutulduğu üsse dönüştürülmüş. “Kırmızı” ve “Beyaz”
binadan oluşan hapishanenin “kırmızı
bölüm”üne rejim karşıtı siviller, “beyaz
bölüm”üne ise rejime sadakatsizlik eden subay ve askerler konulmuş. Burada 2011
yılından beri bazen her hafta, bazen de iki haftada bir ortalama 50 kişinin
idam edilmiş. Alıkonan yüzbinlerce insan, insanlık dışı ortam ve işkence ile
birlikte, sistematik olarak yiyecek, su, ilaç ve tıbbi bakımdan mahrum
bırakılarak ölüme terkedilmiş. “Parti”
olarak adlandırılan yargısız infaz ve işkence sonucu katledilen tutsakların
preslenen cesetleri Najha köyü ve Şam yakınlarındaki askeri arazilerdeki toplu
mezarlara gömülmüş.
"Et Dolabı”nda
Sednaya’ya nakledilen 5 bin 274’i çocuk, 10 bin 221’i kadın olmak üzere 160 bine
yakın mahkûmdan hayatta kalmayı başarabilenlerin bazıları “yalnızlar” olarak adlandırılan yeraltı
hücrelerinde gördükleri fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddetten dolayı ömür
boyu sürecek sakatlığın yanında hafızasını kaybetmiş. Bu işkence tekniklerinin
yanında sistematik olarak mağdurun vücudunun farklı yerlerine kaynar su dökme,
başını suya sokarak boğma hissi verme, elektrikli sopayla vücuduna elektrik
verme, mağduru çıplak bir şekilde metal sandalyeye oturtarak sandalyeye
elektrik verme, naylon poşeti yakarak vücuduna damlatma, bedeninde sigara
söndürme, mağdurun parmaklarını, saçlarını ve kulaklarını çakmakla yakma,
ısıtılmış metali bedenin farklı bölgelerine değdirerek cildi yakma, bedene
kızgın yağ damlatma, yanıcı böcek ilaçlarını üzerine dökerek yakma gibi 72 insanlık
dışı yöntem uygulanmış.
Bu daha Baas Rejimi’nin
işlediği vahşetin görünen yüzü, bir de hâlâ aydınlatılamayan yüzü var!..
*
İSRAİL SOYKIRIMA ARA
VERMEDEN DEVAM EDİYOR
Bir
de 1947’den beri Orta Doğu’nun kalbine bir hançer gibi saplanan, Filistinlilere
hayat hakkı tanımayan, kana ve işgale doymayan siyonist İsrail’in yakın
tarihteki zorbalıklarına bakalım.
7
Ekim 2023’te de Filistinli mücahitlerin “Aksa
Tufanı”yla zulme karşı isyan ateşi yakmasını bahane ederek Gazze’yi işgal
etmek için harekete geçti. İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi ve Batı
Şeria’ya düzenlediği saldırılarda 17 bin 520’si çocuk, 12 bin 058’i kadın olmak
üzere toplam 44 bin 921 sivili hunharca katledilirken, 106 bin 398 kişi ise
yaralandı.
Diğer taraftan ise İsrail hapishanelerinde
tutulan 9 binden fazla Filistinli ise, Baas Rejimi’nin “Sednaya İşkence Üssü”ndeki gibi zulüm altında inim inim inliyor.
“İdari gözetim”
ve “Hamas ile bağlantılı” iddiasıyla
göz altına alınan Filistinliler, işkence kampına dönüşen hapishanelerde eziyet,
cinsel taciz, fiziksel ve psikolojik şiddet, aşağılama, aç ve uykusuz bırakma
gibi insanlık dışı muamelelere maruz kalıyor. Şilte ya da battaniye olmadan aşırı
kalabalık ve havasız yerlerde yatmak zorunda kalanların bir kısmı travmatik bir
şekilde hayatını kaybediyor.
***
20
Ekim 2011 tarihinde linç edilerek öldürülen devrik Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’den sonra parçalanan
Libya, Doğu Türkistan’da mazlumların Çin’in sistematik zulmü karşısında
yaşadıkları, Myanmar’da Rohingya Müslümanlarının maruz kaldığı soykırım
anlattıklarımızdan farklı değil. Dünyanın dört bir köşesinde sefalet, açlık ve
eziyetle karşı karşıya bırakılan diğer mazlum topluluklar, bu trajedinin
yalnızca bir parçası. Nerede bir Müslüman varsa, orada bir zulüm var. Maalesef,
“Müslüman Liderler” ve vicdan
sahipleri sustukça, daha bu tür vahşiliklere şahit olmaya devam edeceğiz.