Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Temmuz 2020

Zulmün kılıcını kanının ateşinde eriten coşkun bir gönül

Fatih Şehit Kubilay Sokak’ta bulunan İnkılâb Yayınları’na ne zaman uğrasam Hasan Güneş ağabeye uğrar, onun yitik hazinelerimiz arasında unutulmaya yüz tutmuş eserleri gün yüzüne çıkarma gayretkeşliğine şahit olurum. Söylenen çaylar, ikram edilen çikolatalar eşliğinde bir muhabbet sofrası kurulur ki, “bilginin zekâtı” bu olsa gerek.

Hasan ağabey bilginin sadece zekâtını paylaşmakla yetinmez, bir de “vefa mutfağı”nda demlene demlene pişen, daha mürekkebi kurumamış kitaplarından hediye eder.

Son uğrayışımda da âdetini değiştirmedi. Uzun araştırma ve gayretleri sonucu ortaya çıkardığı “Sedat Yenigün Meş’alesi” eserini takdim etti.

Eser, vefa ve şehadet kokuyor!..

Tanıyanlar tanır, fakat tanımayanlar için şehadetinin 40. yılında şehid Sedat Yenigün’den biraz bahsedelim; İnkılâb Basın Yayın Müdürü Hasan Güneş ağabeyin tozlu raflardan bulup çıkardığı tozu alınmış satır aralarından ilerleyerek.

1950 yılında Erzincan’da doğan Sedat Yenigün, çocukluk yıllarında yolunu İstanbul’a düşürür. Ahmed Rasim, Vefa derken İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nden 1974 yılında mezun olur.

Daha lise yıllarında bugün ülkeyi yöneten gençliğe büyük katkı sağlayan Millî Türk Talebe Birliği’nde (MTTB) aktif görevler alır. Bu görevleri sırasında yapılan açıkoturum, konferans ve seminerler ile ciddi sayılabilecek bir kültür havası meydana gelir. O güne kadar sürekli bir yayını olmayan teşkilâta MTTB Gençlik Bülteni adıyla periyodik bir yayın organı kazandırır. Ve uzun bir süre ara verilen Millî Gençlik dergisinin yeniden yayınlanmasında büyük katkıları olur. Bu dergide hem başyazarlık, hem de yazı kurulu üyeliği yaparak birçok inceleme, araştırma, röportaj ve denemeler yayınlar.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun olduktan kısa bir sonra Darüşşafaka ve İhsan Mermerci liselerinde öğretmenlik yapar. Öğretmenliği döneminde birçok günlük, haftalık ve aylık yayın organında Mehmed Mengüç Yenigün müstear ismiyle yazıları yayınlanır. Bu yayın organlarından bazıları Millî Gazete, Millî Gençlik, Fikir ve San’atta Hareket, Düşünce, Sur, Tohum, Çatı, Sebil, Tevhid, Hicret ve İslâmî Hareket’tir.

ELİ SİLAH DEĞİL, KALEM TUTAN GENÇ

Eli silah değil, kalem tutan bu fikir insanı, daha hayatının baharında çok sayıda insanın yetişmesine katkı sağlar. Fakat bu günlerde 12 Eylül’ün altyapısını oluşturmak için kaos butonuna basanlar anarşiyi yavaş yavaş tırmanışa geçirir. Sokaklar fitnecilerin ateşlediği adres sormayan kurşunların fink attığı yer haline gelir. Bu olaylar sonucu Metin Yüksel, (Fatih Camii’nin avlusu 23 Şubat 1978) gibi fidanlar hayattan kopartılır.

Tarih 5 Temmuz 1980. Günlerden Cumartesi. Saat 18:00. İslâmî Hareket’in bürosunda gazetenin 28. sayısı için hummalı bir çalışma yapılıyor. Yenigün, İslâmî Hareket’in daha güçlü ve tesirli olması için bütün gücünü ortaya koyuyor. Pazartesi gününün akşamı tekrar bir araya gelip, son kontrolleri yapmak üzere “Allah’a ısmarladık” deyip gazeteden ayrılıyor.

Gazeteden çıktıktan sonra yolu üzerindeki Emir Buhari Camii uğrayıp, ardından da yine yolu üzerindeki “Murtaza Efendi”ye ait berber dükkânına gidiyor. Saatler 20:50’yi gösterirken berber koltuğunda hainlerin tabancasından çıkan mermilerin hedefi oluyor.

ŞEHADETİ HERKESİ GÖZYAŞLARINA BOĞDU

16-17 yaşlarındaki iki genç, 9 mm’lik tabancalarıyla 3-4 el ateş ettikten sonra sokak aralarında gözden kayboluyor. Yaralı halde kaldırıldığı Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nin kapısı önünde, sedye üzerinde, gözleri açık ve mütebessim çehresiyle 30’unda şehadet şerbeti içiyor. Arkada gözü yaşlı bir hanım, iki yetim ve kendisini hiç unutmayacak olan vefalı dostlar bırakıyor.

Yenigün, 7 Temmuz 1980 günü Topkapı Gazi Ahmet Paşa Camii’nde ikindi namazını müteakip İsmailağa Cemaati Şeyhi Mahmud Efendi’nin imametinde kılınan cenaze namazı ile mukaddes yolculuğa uğurlanıyor. Süleymaniye Camii İmam-Hatibi Ali Rıza Demircan ve mücadele arkadaşı ve akrabası Sami Şener’in yaptığı duygu dolu konuşma herkesi gözyaşlarına boğuyor.

Seçkin din büyükleri, yazarlar, dâvâ arkadaşları, talebeleri ve çok sayıda kişiden oluşan cemaat, naaşı yürüyüş hâlinde tekbirlerle Silivrikapı Mezarlığı’na defnediyor.

O, HAYATIN İÇİNDE OLAN BİR MÜNEVVERDİ

Oysa bu yiğit insan, İslâm dışı bütün fikirlerin, “izm”lerin “insan idrakine giydirilmiş deli gömleği” olduğunu ağzından düşürmezdi.

Her zaman ve her yerde insanlara mesajı olan ve kendini fikren yenileyebilen bir eğitimciydi. O, sadece dergi ve gazetelere yazan, yahut yalnız mümtaz kişilerle muhatap olan entelektüellerden değildi. Öğrencilerinden sokaktaki minibüs şoförüne kadar herkese sözünü dinletirdi. Bu bakımdan Yenigün, hayatın içinde olan bir münevverdi. Dersine giren taraflı tarafsız herkes ona saygı duyardı. Okuldan çıkınca, öğrencilerini bazen bir yurt odasında, bazen de bir dernekte veya camide toplar, onlara hayatın mânâ ve gerçeklerini en güzel şekilde anlatırdı.

O, başkalarının dertlerini sahiplenen sevgi dolu bir insandı. Sırtındaki paltosu eskimesine rağmen, “kalbi ısınacak kişilere” palto ve elbise alacak kadar müşfik, yardımsever ve fedakârdı.

GÜNÜMÜZDE SEDAT YENİGÜNLERE ÇOK İHTİYAÇ VAR

İnsanî ve İslâmî değerlerin altüst edildiği, pragmatizmin, bencilliğin, lâkaydîliğin toplumu bütünüyle sardığı günümüzde Sedat Yenigünlere çok ihtiyaç var. Çünkü toplumların çöküşü, aralarından örnek insanların çekilmesiyle vâki olur. Bu gerçeği, Sedat Yenigün’ün şehadetinin 40. sene-i devriyesinde daha çok idrak ediyoruz.

İşte bu gerçekler ışığında 40 yıldır her 5 Temmuz’da kabri başında dostları, arkadaşları ve öğrencileri onu rahmetle yâd ediyor. Türkiye’nin farklı yerlerinde O’nu anlatan programlar yapılıyor. Yayınlanan bazı kitaplar O’na ithaf ediliyor. Adına roman / hikâye / makale yarışmaları düzenleniyor. Her vesileyle O’nun temsil ettiği örnek Müslüman şahsiyeti hatırlanıp gençlere hatırlatılıyor. Bu şehid bereketidir ki, sonraki nesillere rehberlikleri, örneklikleri devam ediyor. Artık Şehid Sedat Yenigün bir meş’aledir.

Şehadetinin 40. yılında, hakkında yazılanlar ile yayınlanmış yazılarının indeksinin yer aldığı “Sedat Yenigün Meş’alesi” isimli eseri yeni nesillerin istifadesine sunan İnkılâb Basın Yayın Müdürü Hasan Güneş ağabeye ne kadar teşekkür etsek az. Teşekkürün bir diğer yolu da İnkılâb Yayınları arasında çıkan bu eseri alıp satırları arasında gezinip şehid Sedat Yenigün’ü rahmetle yâd etmek.

***

Sedat Yenigün’ün hunharca katledilmesi üzerine o günün gazete ve dergilerinde birçok yazı kaleme alınıyor. Cemil Meriç, Selahaddin Eş/Çakırgil, Sami Şener, Kadir Mısıroğlu, Ali Rıza Demircan, Yaşar Karayel, Ömer Küçükağa, Nilgün Yenigün, M. Beşir Eryarsoy, Hüsnü Aktaş, Abdurrahman Arslan ve daha birçok kalem ve kelâm erbabı onu hayırla yâd ediyor.

***

SEDAT YENGİÜN MEŞ’ALESİ

Sedat Yenigün, bizim neslimizin, bizim “tefekkür ve tahassüs” (düşünce ve duyuş) dünyamızın pırlanta simâlarındandır. İnancımızın toplumumuzda daha güçlü bir fikrî soluk ve gönül hassasiyeti halinde yükselmesinde, az bilinen kahramanlardan birisiydi, Sedat. İğneyle kuyu kazarcasına bir azim ve heyecanla, genç insanların kalb ve beyinlerini yoğurmaya çalışan, dünyadaki bütün fir’avnî sistemlere karşı, inancımızın ölçülerine göre bir dünya kurmak kavgasının yürekli düşünce ve erlerinden birisiydi, O. Onun katliyle, fizyolojik varlığından mahrum kalmıştık; amma inandığı değerler uğrunda canını verenlerin kanlarının heder olmadığının örneklerinden birisi de oldu. Bugün eğer biraz daha mesafe almışsak, bunda O’nun kanının da payı var. Yani, kanı, kendisinden daha az verimli değildi.

Tahassüsleri, duyuş ve duygularının coşkunluğu kadar tefekkürü de derin, iç dünyası bir umman gibi içten içe, cûş-u huruş halinde olan bir gönül adamı hakkında konuşmak istediğimiz ve bizim semâmızdan 40 yıl öncelerde bir yıldız gibi kayıp giden aziz insan hakkında, o bir meş’ale olduğu için hasret ve rahmetle anıyoruz. (SELAHADDİN EŞ/ÇAKIRGİL)

***

COŞKUN BİR GÖNÜLDÜ SEDAT

Şuurdu Sedat, samimiyet idi, imandı. Anlamıştı ki, Bâbil Kulesi’ne dönen bu ülkenin ana davası dürüst insanlar arasında bir dil meydana getirmektir. Keşmekeş, önce kelimeler dünyasında yok edilmelidir. Aynı dili konuşmayanların aynı bayrak altında toplanmaları, aynı mukaddeslere gönül vermeleri beklenemez. Kelâm, İslâm’ın en yalçın kalesi ve eşsiz zaferler sağlayan bir silâhıdır.

İnsan hayvan-ı nâtık olduğu için eşref-i mahlukattır. Nutkunu kaybeden bir kalabalık şuurunu da kaybetmiştir. Vicdan da, iman da, tarih de, medeniyet de dile dayanır. Dili olmayan kalabalık, kamçı karşısında susta durmaya mahkûm bir köpek sürüsüdür. Sedat, konuşmasını unutan zavallı çağdaşlarına dillerini öğretmeye çalıştı. Dillerini, yani mukaddeslerini, haysiyetlerini ve insanlıklarını.

Coşkun bir gönüldü Sedat. Zulmün kılıcını kanının ateşinde eritecek kadar coşkun bir gönül. İsa Peygamber zamanında yaşasa bir havari olurdu. Asr-ı Saadet’te bir sahabe... Sedatlara acınmaz, imrenilir. (CEMİL MERİÇ)

***

HAYATINI HAK YOLUNDA VERDİ

Sedat Yenigün, İslâmî Mücadelede “eğitim ve tebliğ”in rolüne inanıyordu. İslâmî edep ve ahlâkın, Müslümanın vazgeçilmez hususiyetleri olduğunu sık sık söylerdi. Birkaç kitabevi, dergi, dernek ve cemiyet muhitlerinde tanınır ve sevilirdi.

Şehadete uğradığı Fatih, o günlerde ırkçı ülkücü grubun hakim olduğu bir muhit olması, kaderin bir cilvesi miydi bilinmez. Sedat’ın öğrencilerinden biri, onun vurulduğu gün, birilerinin etrafa yaymaya çalıştığı, “bir solcu öğretmen vuruldu” sözlerini duyurmuştu. Bu ifadeler, onun birileri tarafından hedef hâline getirildiğini gösteren işaret miydi, bilmiyoruz.

Sedat Yenigün’ün, İslâm düşmanı güçler tarafından şehid edildiğinden şüphe edilmiyor. Onlar, şehidin şahsında İslâmî anlayış ve duyarlılığın yayılmasına engel olacaklarını zannettiler. Halbuki şehidimiz, Hak yolunda hayatını verdi. Yakınları, yeniden onun dâvâsına şuurla sarıldı, dostları ve öğrencileri, yeniden dirildiler. Şehidimizin kanı bereketine... O, ahirete “genç” gitti. Ama fikirleri, dâvâsı ve yapmak istedikleri; kader birliği ettiği dâvâ arkadaşlarınca sürdürüldü. Onu vurduranlar, İslâmî hizmet yolunu tıkayacaklarına inanarak öldürttüler. Çünkü, 17-18 yaşlarındaki katiller; onu tanımadan, değerini bilmeden vurdular. Onu tanısalardı, vicdan azabından ve onun yüce duygularından dolayı tetiği çekemezlerdi. Şehidimize rahmet, dâvâsına selâm!.. Meş’alesi elden ele gidecek ve gidiyor da... (SAMİ ŞENER)