Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne 7 Ekim 2023’ten bu
yana sürdürdüğü soykırıma 452 gündür sırtını dönen dünya çılgınlıkta sınır
tanımıyor. 50 bin kişinin vahşice katledilmesine, 110 bin insanın yaralanıp
doktorsuzluktan, hastanesizlikten, gıdasızlıktan, barınaksızlıktan,
sususuzluktan can çekişmesine seyirci kalıyor. Kapitalizmin köleleri yılbaşı
akşamı nasıl eğleneceğini, hangi hediyeleri alacağını düşünürken; Gazze’de 2
milyondan fazla insan gıda, su ve barınağa erişememenin sıkıntısını yaşıyor.
Çadır bile bulamayan bebek ve çocuklar İsrail’in bombalarıyla birlikte soğuktan
donarak can veriyor.
Türkiye’deki 308 sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu
Millî İrade Platformu öncülüğünde “Dün Ayasofya, Bugün Emevî, Yarın Aksa,
Bir Güneş Doğuyor” sloganlarıyla 452 gündür süren bu mâtem ve soykırıma “dur”
demek için 1 Ocak’ta sabah namazından sonra Galata Köprüsü’nde
buluşacak. Yaşanan soykırıma duyarsız kalanlara inat yüzbinler zulümde sınır
tanımayan katil İsrail’i tel’in edecek. Gazze’de kadınlara, çocuklara, mazlum
ve savunmasız insanlara uygulanan vahşete karşı insanlık ittifakı harekete
geçirilecek.
İstiklâl ve istikbâl şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’un
haksızlıklara ve zulme karşı bir başkaldırı olarak Safahat’ında dizelere
döktüğü “Zulmü Alkışlayamam” duruşu, en yüksek sesle haykırılacak. İsyanı
da imanı gibi mukaddes olan Âkif’in şu dizeleri bir kez daha kuvveden fiile
çıkarılacak.
Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan koğârım!
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım:
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu...
İrticâın şu sizin lehçede mânası bu mu?
***
YILBAŞINA MÂTEM VE
GÖZYAŞLARIYLA BAŞLARDI...
Osmanlı
Devleti zamanında dinî günler için Hicrî, dünyevi işler için ise Rumî takvim
kullanılıyordu. Hicrî yılbaşı Muharrem’le başlar, kandiller, Ramazanlar,
bayramlar ona göre ayarlanırdı. Rumî yılbaşı ise Mart ayında zuhur eder,
ücretler bu takvime göre hesaplanarak artışlar bu ayda yapılırdı. Faruk Nafiz
Çamlıbel, Osmanlı dönemindeki başlangıç ayı Muharrem’i yâd ederken, “Hicrî yıla girdiğimizi biz esaslı olarak
Muharrem’in onuncu gününde anlardık. Aşure günü dediğimiz Muharrem’in onunda,
bir hayli asır evvel Kerbelâ vakası olmuş ve Son Peygamber Hz. Muhammed’in torunu Hüseyin şehit edilmişti. Böyle
yürekler acısı bir vakanın yıldönümüne tesadüf eden bir günde ağzımızın tadını
yerine getirmek için, kazanlarda pişirilen ve kâselerle dağıtılan aşureler kafi
gelmezdi. Bu yüzden biz, Hicrî yılın ilk ayına mâtem hazırlığı ve gözyaşıyla
adım atardık” ifadelerini kullanıyor.
***
KÜRESEL İSYAN
KÖRÜKLENİYOR!..
Bizim
için “Müslüman mahallesinde salyangoz
satmak” mesabesinde olan “Noel ve
yılbaşı çılgınlığı”nın yaşantımıza sirayet ettiği yılları hatırlayalım
biraz.
İlki
366 yılında Roma’da tertip edilen Noel kutlamaları Hıristiyanlar arasında Hz.
İsa’nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralık’ta başlayıp, yılbaşına kadar
sürer.
Batı
kültürünün bir bileşkesi olan ve pagan gelenekleriyle birlikte kapitalizm gibi
kirli unsurları içinde barındıran bu kutlamalar, yılbaşında zirve yapar.
Mitolojide
“Amanor” yeni yıl tanrısını temsil
eder. Ve Amanor adına devrilen çamların dallarına çeşitli süsler asılarak her
yıl bu pagan geleneği yeniden canlandırılır.
NE OLDUYSA, BOLŞEVİK
DEVRİMİ’NDEN SONRA OLDU
Siyasi
yazı ve hicivlerinden dolayı İttihat ve Terakkicilerin hışmına uğrayan Refik
Halit Karay, halkın Miladî yılbaşı âdetiyle tanışmasının 1917 Bolşevik
Devrimi’nden sonra İstanbul’a akın eden Beyaz Ruslar (haraşolar) sayesinde
olduğunu ifade eder. Karay, “Mütareke yılbaşılarına kadar bizler, saat 12’yi
çalarken ışıkların söndürülmesi düzenbazlığını bilmezdik... Esasını ararsanız,
Müslüman halkı Beyoğlu tarafına alıştıran da haraşolar oldu… Arkasından gelen
garblılaşma hareketi, balolara rağbet, bize yılbaşı geceleri sabahlama âdetini
de kabul ettirdi… Tuhafı şudur ki, tek geleneğimize dayanmayan bu yeni âdete,
yani yılbaşı sabahlamasına, bütün âdet ve bayramlarımızdan fazla gayretle, dört
elle sarılmış haldeyiz!..” sözleriyle pusulasını kaybedenlerin ruh halini böyle
ifade eder.
YILBAŞINDA REZALETİN
DANİSKASI YAŞANIYOR
Ahmet
Rasim ise yılbaşı gecelerinde işlenen ahlâksızlıkları kendine has üslubuyla
ballandıra ballandıra şöyle anlatır: “Galata, Beyoğlu, kısacası Ortodoks
takvimini tutan milletlerin cümlesine kendimizi davet ettirir, sabahlara kadar
eğlenirdik... Her sokakta çalgı, saz eğlencesi, çengi, köçek… Her evin odasında
bir ziyafet sofrası… Evin birinden çık ötekine gir… Kumarhanenin birinde yutul,
ötekinde kazan!.. Fuhuşa, sarhoşluğa ait hangi ve kaç türlü vasıta varsa hepsi
ayakta, bildiğimiz karnavallar, yahut eski Roma’nın satürnalyaleri burada
akşamleyin dirilir sabahleyin can çekişirdi…”
MİLADÎ TAKVİME 1925 YILINDA
GEÇİLDİ
Türkiye’de
miladî takvime 1925 Aralık ayının 26’ıncı günü yayınlanan kanunla, resmen
geçilmiş oldu. Kabul edilen yeni takvimle birlikte, yılbaşı da ilk kez 1926
yılına girerken “Teyyare Piyangosu”
çekilişi eşliğinde evlerde kutlanmaya başlandı. Bu kutlamalar ilk yıllarda
yadırgansa da diğer yenilikler(!) gibi yavaş yavaş rağbet gördü.
1929’da
devletin üst düzey yöneticilerinin verdiği yılbaşı balosu, arkasından 1935
yılında çıkarılan bayram ve tatilleri düzenleyen 2739 Sayılı Kanun’la resmi tatil
günü ilân edilmesi bu kutlamaları cazip hale getirdi.1970’lere gelindiğinde,
yılbaşı artık köylerde bile kutlanır oldu.
“SİZE DE ÇIKABİLİR”
ALDATMACASI
“Sihirli
Kutu” televizyonun daha evlere girmediği o yıllarda çekilişi yapılan “Teyyare Piyangosu”nun sonuçları girilen
yeni yılın ilk dakikalarında radyodan yayınlanırdı. Ellerindeki biletlerle
radyodaki anonslara pürdikkat kesilen on binler gerçekleşmeyen hayallerin
eşliğinde sabahlardı.
Tarihler
1978’i gösterdiğinde arabeskin kralı Orhan Gencebay, sanat güneşi Zeki Müren ve
Barış Manço artık siyah-beyaz yayın yapan TRT ekranlarında boy göstermeye
başladı.
O
yıllarda tek televizyon kanalı olan TRT’nin yılbaşı özel programı gazetelerin
en önemli haberleri arasında yerini alır, hangi sanatçının saat kaçta sahne
alacağı en ayrıntılı bir şekilde verilirdi. Saatler 00.00’a yaklaşırken geri
sayım başlar, sonrasında ekranı “Hoş
Geldin Yeni Yıl” yazısı kaplardı.
1980
yılbaşı ise TRT ekranlarında arzı endam eden anadan üryan dansöz Nesrin Topkapı
bütün haneleri kirletti. TRT’de Nesrin Topkapı ile başlayan ahlâksızlık
serüveni Dallas dizisiyle devam etti.
“BATILLAŞMA” HASTALIĞI HER
YILBAŞI NÜKSEDİYOR
Bizi
bir “kanser” gibi saran bu “batıllaşma” hastalığı her yılbaşı
nüksediyor.
Kendi
dinî ve örfî duygularını ihtirasına kurban veren mağluplar, galipleri çılgınca
taklit ediyor.
“İyilik ve takva konusunda yardımlaşın,
günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup sakının. Allah, cezası
çok şiddetli olandır” (Mâide, 2) uyarısına rağmen, Allah’a karşı küresel
isyan körükleniyor!.. Bütün uyarılara kör, sağır ve dilsiz olan İslâm dünyası
her gün biraz daha kaosa bataklığına
sürükleniyor.
***
KAPİTALİZMİN KÖLESİ
SOYTARILAR
Miladi
2024’ün son saatlerine yaklaşıyoruz. Kumarcılar, şöhretliler, şehvetliler
iştahı kabarmış yılbaşını bekliyor. Öyle bir rezalet, öyle bir curcuna ki;
“Ey
Âlem-i İslâm’ın baş tacı, büyük Türkiye!..
Mukaddesatı
unuttun, Avrupa diye diye!..
...
Yurdumu
işgal eylemiş, şu garbın safsatası,
Kiminin
maymunu var, kiminin “Noel babası!”
...
Anladım,
zaman geçmekte bugün dünden de beter.
Kim
bilir? Yarın ne hâle düşecek bu şaşkın beşer...” dizeleriyle sürüklendiğimiz
felaketin resmini çiziyor şair Ömer Berber.
İşte
böyle çivisi çıkmış bir dünyada, kapitalist sistemin soytarısı ilan edilen “Noel Baba” yine ortalığı kasıp
kavuracak. Politikacılar, bürokratlar, belediyeler vs. “yeni yıl coşkusu” ile birbiriyle yarışacak.
*
Ho,
hoo, hooo yılbaşı geldi!.. Çalacak sazlar, oynayacak dansözler!.. “Aralık”ın ayazında ahlâksızlığa
soyunup, “Ocak”ta ısınacak harama
susamışlar!.. Şampanyalar patlatılıp, yudumlanacak kadehler!.. Sarhoş olup
şişelerin dibine sızacak ayyaşlar!.. Yine kabusla sonuçlanacak, akla zarar hayaller
kumpanyası piyangoya bağlanan umutlar!.. Noel Baba (Santa Claus) gizlice evlere girip hediye
bırakmayacak; yine kandırılacak çocuklar!.. Şans getirmeyecek; atılan
kahkahalar, boş bavulla gezintiler, yenilen üzümler, kırmızı çamaşırlar...
Yine, yeniden, bir kez daha kandırılacak kapitalizmin kölesi soytarılar!..
Gaipten haber verecek medyumlar, buna da
inanacak ahmaklar!.. Ne zaman uyanacak, bâtılın efsane ve hurafeleri peşinde
Hakkı arayan aklını kiraya vermiş Müslümanlar?!..
*
“Bir
elde kadeh bir elde Kur’an,
Bir
helaldir işimiz bir haram,
Şu
yarım yamalak dünyada,
Ne
tam kafiriz ne tam Müslüman...”
dizeleriyle 2024’ü geride bırakıp 2025’e adım atmaya başladığımız şu
saatlerde günümüz toplumunu neredeyse birebir tasvir etmiş İranlı şâir Ömer Hayyam.