Dolar (USD)
34.53
Euro (EUR)
36.17
Gram Altın
2985.39
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Zühd nedir? Zâhid kimdir?

Dünya malı ve servet çokluğu gösteriş ve büyüklenmeye sebep olmaktadır. Buna bir de makam ve güç eklendiğinde, kişide tanrısal bir kudrete sahip olduğu vehmi ortaya çıkmaktadır. Firavun, Nemrud, Karun gibi, yeryüzünün sanal tanrıları, varlığın sahipleri olarak kendilerini gördüler, akıbetleri ise hüsran oldu.

Dünyaya aşırı meyletmek bu açıdan makbul görülmemiştir. Malın ve mülkün bir ‘yalan’ ve hayal olduğunu söyleyen Yunus, insanoğluna ikaz edici bir mesaj/nasihat bırakmıştır. Aşırı zenginlik ve servetle birlikte ihtişam ve şaşalı bir hayatın, insanı hakikatin güzelliğinden tevhidin estetiğinden ayıracağı düşünüldüğünden sade bir yaşam özlemi, yani zühd hayatı ortaya çıkmıştır.

Her türlü zevke karşı koyarak kendini ibadete vermek diye yalın bir tarifle anlatılan zühd, dünyaya değer ve gönül vermemek olarak ifade edilir. Mevlânâ’nın ilginç bir ‘zühd ehli’ yaklaşımı vardır. Ona göre, para ve servet gönülde olmadığı sürece, zengin kişiler de zâhid sayılabilir.

Zühd, dünyadan, halktan, haram ve şüpheli olan şeylerden ve helallerden yüz çevirme şeklinde tariflere konu olmuştur. Helallerden yüz çevirme aslında, haramlardan kaçınmanın da ötesinde, helal konusunda bile mesafeli bir tavır içinde bulunmayı anlatmaktadır.

Dünyaya tüm varlığıyla dalmamanın esas olduğu zühd hali, hakikatte nasibine düşenin azıyla yetinip, artanı fakirlere infak etmektir. Dünya ile ilgili isteği azaltmak anlamına da gelen zühd, elin boş olduğu şeyden, kalbin de boş olması, yani elde olana kalbin rıza göstermesidir.

Dinin emirlerini titizlikle ve tam olarak yerine getirmeye çalışan zâhid ise, yasaklar ve haramlardan mutlak şekilde sakınan kimsedir. Zâhid, kendini dünyadan çekip de dinî hayata veren, yani ahirete yönelen kişiler için de kullanılan bir isimdir.

İslâm Peygamberi’nin (s) ifadesiyle “dünyada zâhidlik, helâl olanı haram etmek veya malı ziyân etmekle olmaz. Gerçek zâhidlik, Allah'ın elinde olana, kendi elinde olandan daha çok güvenmen ve bir musibete düştüğün zaman getireceği sevabı sebebiyle, onun devamına rağbet göstermendir.” (Tirmizî, Zühd, 29). Kısacası zâhidlik, elinde olana değil de, Allah’a güvenmek, ona dayanmak ve tevekkül etmektir.

Zâhid olanı Allah sever, bunun gibi insanların elindekilere karşı zahidane davranmakla onların sevgisini kazanmak mümkün olur.

Dünya hayatında zühd ‘kalp ve bedeni rahatlatır, mala ve servete düşkünlük ise gam ve kederi çoğaltır’. Kişilerin zenginliği ve bulunduğu mevkilerden ziyade, karakter ve erdem bakımından yüksek bir mertebede olmaları övülmeye layıktır.

Elde edemediğimiz ve sahip olmadığımıza karşı büyük özlemler duymamak, var olanları kaybettiğimize üzülmemek, Allah’ın bahşettiği dünyevî lütuflarla şımarmamak zâhidliğin vasıflarındandır. Zühdün en önemli özelliği kanaat ve tevekküldür. Haklı haksız demeyip sürekli güç ve kudretin yanında olmak, Hakk’a ve tevhide uzak durmak, zarara uğrayanların fiillerindendir. Dünyadaki bir yolcunun taşıyacağı azık kadarıyla yetinmek, bunun daha fazlasını infak etmek nebevî zenginliğin göstergesidir.

Zühdün karşısında bulunan hırs ve tamah dünyevî bir zehirdir. Zenginlik ve krallık, servet ve hükmetmenin zirveleridir. Ancak iki cihan mutluluğu, bu iki ‘ateş’ üzerine bina edilmemektedir. Mutluluğun anahtarı sabır ve kanaattir. Olana sabretmek, var olana da kanaat etmek, erdemli hayatın güzellikleridir.

Zayıfları ve fakirleri korumak ve gözetmek, Rezzâk’ın yardım ve rızıklarına muhatap olmayı getirir. Allah’ın Elçileri’nin fakir ve gariplere yakın olması, ilk takipçilerinin bunlardan olması şaşırtıcı değildir. Onlar peygamberlerin dostları ve yol arkadaşlarıdır.

İnsanların önderleri, Hakk Teâla’nın Elçileri olan peygamberlerin hepsi, çobanlık yapmıştır. Çoban, sürüsünden mes’ul bir görevliyken, Nebiler, ümmetlerinden sorumlu İlahî vazifenin Elçileri olmuşlardır.

Fakirlik, gariplik, yalnızlık, kimsesizlik, hikmetini kavrayamadığımız peygamberlerin karşılaştığı hallerdir. Büyük sınavlarla sınanan peygamberler, azla, sınırlı olanla hatta yoklukla imtihan olmuşlardır. Evlat sahibi olamamak da, peygamberî bir imtihandır. Elçiler, zâhidlerin önderleri olarak yokluk içinde ve güç olmadan kendi halklarına ve insanlığa hizmet etmişlerdir.