Zühd Nedir, Zâhid Kimdir-1
Zühd lügatte; bir şeye önem vermemek, ona karşı; isteksiz, rağbetsiz ve ilgisiz davranmaktır. Dinî bir kavram olarak ise zühd; dünyaya değer vermemek ve dünyevî menfaatlere iltifat etmemektir. Zühd kelimesi, Kuran-ı Kerim’de bir yerde geçmektedir: “Onlar Yusuf hakkında zâhid idiler. Onu az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar.” (Yusuf 20) Yani Yusuf aleyhisselamı elde tutmak istemiyorlardı. Onu hemen az bir para karşılığında köle olarak elden çıkarmak istediler.
Zühd; bencil, çıkarcı ve menfaatperest
olmamayı, kalpte dünya kaygısını taşımamayı, kanaatkâr olmayı ve en az
dünyalıkla iktifa etmeyi gerektirir. Bazı âlimlere göre ise zühd; ele geçen
dünyalığa sevinmemek, elden çıkan dünyalığa üzülmemek ve elde bulunmayan şeyleri
gönülde de bulundurmamaktır.
Hassasiyetle; Allahü Teâlâ’nın emirlerine uyup, yasakladıklarından kaçan insana “zâhid” denir ki, çoğulu “zühhâd”dır. Zahidler; her nefeste Allahü Teâlâ’yı zikreder ve gafletten yani bir an dahi olsa Allahü Teâlâyı unutmaktan şiddetle sakınmaya çalışırlar. “Zâhid” kişi; ahiret hayatının dünya hayatından çok çok daha değerli olduğunu yakinen bilir. Bunun için, yüzünü dünyadan ahirete çevirir, devamlı ibadet ve nefis muhasebesiyle meşgul olur.
Dünya hayatı ve ahiret hayatı olarak karşımızda duran iki kavramın temelinde de hayat yer vardır. Dinin ruhu ahirettir. Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, insanları ebedî olan ahiret hayatını cennette yaşamak için İslam’a davet etmiştir. Bazı insanların hak dine girmemeleri ve bir kısmının girdiği halde yaşamamalarındaki en büyük etken, dünya hayatından hiçbir fedakârlıkta bulunmak istememeleri ve dünya hayatını yeterli görüp, âhireti unutmalarıdır.
Zühd hayatı, İslam tarihinde hicrî üçüncü asra
kadar çok yaygın idi. Sahabe-i kiram, tabiin-i izam ve tebe-i tabiin hazeratı
içerisinde pek çok kişi zühd hayatını yaşıyordu. Bu zatlar; dünyadan ve dünya
nimetlerinden yüz çevirmişler, Allahü Teâlâ’nın yüce rızasını kazanmak için
ibadete yönelmişlerdi. Özellikle Efendimiz aleyhisselamın Asr-ı saadetlerinde
Mescid-i Nebevinin bitişiğindeki çardaklarda kalan Ashab-ı suffeyi zühd
hareketinin başında görebiliriz. Bunlar gece gündüz ibadetle meşgul olan,
maişetleri için çalışmayıp Allah’a tevekkül eden samimî zatlardı.
Zühd âlemine; günahlardan uzaklaşmak manasına
gelen, tevbe kapısından girilir. Çünkü günahlara iyice sırt çevirmeden zühdden
söz edilemez. Kişi, tevbeden sonra; mübah olan şeylerde de bir kısıtlamaya
gider yani bunlara karşı da bir isteksizlik içerisine girerse ve vaktini
dünyaya değil, ahirete ayırırsa, zühd sahibi olmaya namzet olur.
Zâhid;
rahat yerine çileye, lüks yerine fakirliğe, bencillik yerine feragate, kibir
yerine tevazuya, fâni dünya yerine bâki olan ahirete tâlip olandır. Zâhidler,
haram ve mekruhtan uzak durmakla kalmaz; helal ve mübahın da fazlasını terk ederler.
Kısacası zâhid, lezzet verici şeyleri en aza indiren, dünyaya esir olmayan ve
var gücüyle ahirete çalışan bahtiyar kimsedir.
Dünya
malına, makama, mevkiye, şan ve şöhrete önem vermemek; azla yetinmek, çokça
ibadet etmek, ahiret için çok çalışmak zühdün bazı göstergeleridir. Gerçek zühd
ise, ağyarı yani Allahü Teâlâ’nın dışındaki her şeyi kalpten çıkarıp atmaktır.
Zühd,
Efendimiz aleyhissalatü vesselamın mübarek hayat tarzını örnek alarak O’nun gibi
yaşamaya çalışmak ve dünyaya değer vermemektir. Bu konuda başarılı olmak
isteyen kişi; insanı dünyevî arzuların baskısından kurtarıp ahirete yönlendiren
ve iç huzuruna götüren âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri çok okuyup rehber
edinir.
Zühd konusunda belirleyici olan şey, insanın
dünyaya değil âhirete yönelmesidir. Çünkü dünya hayatı geçici, âhiret hayatı
ise ebedîdir. Akıllı insan, fâni olanı bırakır, kalıcı ve sonsuz olana çalışır.
İmam Şâfiî rahmetullahi aleyh diyor ki: “Bir kişi şu malı en akıllı insana
verin, diye vasiyet ederse; bunun zâhid birisine verilmesi gerekir.” (Siyeru
Alami’n-Nübela 10/98) Çünkü dünyanın en akıllı insanları onlardır. Onlar üç beş
günlük fâni dünyaya değil, ebedî olan ukbaya yatırım yapan en zeki
kahramanlardır…
(Devamı haftaya…)