Zorunlu emekliliği olmayan siyaset bir meslek midir?
Siyasetin en sıcak günlerinde, bu soruyu sormak belki de doğru cevabı bulmamızı zorlaştırabilir.
Bu soruya doğru ve doyurucu bir cevap verebilmek için
öncelikle meslek sözcüğünün neyi ifade ettiğine bakmak lazım.
Meslek; kişinin eğitim yoluyla planlı bir şekilde edindiği (diploma)
veya doğuştan sahip olduğu yeteneği ile ücret veya sözleşme karşılığında
çalışmasıdır.
Meslek; kişinin ekonomik ve toplum içindeki sosyal statüsünün
yükselmesini sağlayan bir araçtır. Eğer mesleğiniz veya geçiminizi sağlayan bir
geliriniz yoksa, siyaset kişisel yükseliş için bir araç olacaktır.
Oysa siyaset kişi
için değil, ülkeye hizmet için bir araçtır.
Kuramsal ve bilimsel yoruma göre, siyaset bir bilimsel
yetkinlik, uzmanlık ve düzgün ahlak alanıdır; fakat asla bir meslek alanı
değildir. Halka, topluma, adalet ve hukuk kuralları içinde hizmet sunma
yoludur. Siyaset, devleti yönetme sanatıdır.
Max Weber’in “Bir Meslek Olarak Siyaset” kitabı, siyasetçi
ile sıradan insanın “ahlak” farklılığına yaptığı vurgu açısından önemlidir. Kitaptan
alıntılarla devam etmek istiyorum:
“Weber’e göre, siyaset yapan herkesin iktidar olma isteğinin
de olduğu kabul edilmelidir. Neden ve hangi amaçla istediği değişebilir;
fakat iktidar olma, iktidara gelme isteğinin kabul görmesi gerektiğine inanır.”
Weber’e göre 3 tip siyasetçi vardır:
1. Ara sıra siyaset yapan kişiler.
*Kişiler gerektiğinde oy kullanır, siyasi katılım sağlar ama
hayatlarının merkezinde siyaset yoktur.
2. Siyaseti ikincil bir faaliyet olarak yapanlar.
*Asıl olarak başka işleri ve
uğraşları olan ama aynı zamanda parti üyelikleri bulunan kimselerdir.
3. Asıl mesleği siyaset olanlar.
Weber bu kişileri ikiye
ayırır:
A- Siyaset için yaşayanlar: İktidardan haz alanlar ya da
hayatlarının amacı olan bir davanın peşinde koşanlardır. İlgili kişiler,
ekonomik olarak bağımsız olmalıdırlar.
B- Siyasetten yaşayanlar: Siyasetin sırtından geçinen
kişilerdir. Siyasetten ekonomik gelir elde ederler.
Siyaset kimine göre meslek, kimine göre hizmet için araç, tartışmasız
“siyaset bulaşıldığında kopmanın zor olduğu bir alan” bana göre ise; vücuda
giren bir virüs, öldürmüyor ama vücut
onu atamıyor. Diyebiliriz ki bir ömür taşıyıcı oluyorsunuz. Evet bu birazda işin
nüktesiydi.
“Benim mesleğim siyaset.” Bu ifade eksik bir tanımlama.
Çünkü biz siyasetin bir meslek değil belirli bir süre ile yapılan bir halka
hizmet görevi olduğunu biliyoruz. Siyasetçi siyaset yaparken onun esas mesleği
ne ise odur. Şöyle ki; bir siyasetçi eczacı iken siyasetçi olmuşsa mesleği
eczacılıktır, bir siyasetçi asker iken emekli olup siyasete girmişse mesleği
askerliktir, bir siyasetçi mesleği hukukçu iken siyasete girmişse onun mesleği
avukatlıktır.
Uluslararası görüşmelerde dikkat ederseniz, iki ülkenin meslektaşı
görüştü denilmiyor, İki mevkidaş görüştü denilmekte, yani siyasetin meslek
olmadığı vurgulanıyor.
Bir işçi, bir esnaf, bir zanaatkâr, kamu görevlisi, avukat
veya doktor, herkes milletvekili veya belediye başkanı olabilir.
Önemli olan bu kişilerin toplum için yararlı projelerinin
olmasıdır. Mevki ve makamların elbet bir gün biteceği, bu görev sürelerinde “Hakka
ve Halka” hizmet için gayret göstermelidirler. Bu mevkilerin hizmet için bayrak
yarışı olduğunu unutmadan, arkadan gelebilecek kişilere örnek bir miras
bırakarak günü geldiğinde bayrağı devretme bilincini yitirmemesi gerekir.
Siyaset ülkenin en kritik çalışma sahası iken siyasetçilerde
en çok göze çarpan kişilikler olacaktır. Hiç kimsenin iyi niyetini ya da
kişiliğini sorgulama hakkımız ve kapasitemiz yok aslında. Ama siyaset ne kadar
temiz ve iyi niyetle yapılır, menfaatçi ve portatifler ne kadar az olursa
memleketimiz o kadar yaşanabilir olacaktır. Siyaseti meslek edinenlerle değil
siyaseti hizmete araç edenlerle bu ülke bir yerlere gelecektir.
Yoksa siyasetçilere de zorunlu emeklilik şart olacak!
Kısa özet, Milletvekilliği için; “İLKOKUL MEZUNU”
olmak yeterlidir! Meslek Örgütü yoktur! Milletvekilliği “geçimini sürdürme
aracı” değildir!
Yani, milletvekilliği meslek değildir!
Yazıyı bir hikâye ile bitireyim:
“Günlerden bir gün, memleket sevdalısı, üstün yetenekli ve
de çok zengin bir babayiğit, siyasete atılmaya karar verir. Kısa zamanda,
onunla aynı yolda yürümeye, aynı yağmurla ıslanmaya istekli bir insan kitlesi
oluşur.
Ancak çevresinde bu kadar kısa zamanda bu kadar çok kişinin
toplanması, onun içine kurt düşürür. ‘Sakın çevremdekiler bu zorlu uğraşa
kişisel çıkar için girmiş olmasınlar?’ diye aklından geçirir.
Sonunda bir toplantı yapıp, bu kuşkusunu gidermeye karar
verir, toplantı başlar. Atatürk için saygı duruşu ile İstiklal Marşı'nın
söylenmesini müteakip bir imam da Kur’an okur. Dualar eşliğinde bizimki kürsüye
çıkar; “Din kardeşlerim, yurttaşlar, yoldaşlar! Bu uzun yürüyüşe çıkmadan
önce sizlerden bir söz almak istiyorum. Eğer bu harekete, şahsi, ailevi,
mesleki, mezhebi veya mahalli çıkarları korumak amacıyla katılıyorsanız, hiç
katılmayın. Sizlerden bu tür isteklerde bulunmayacağınıza söz verip yemin
etmenizi isteyeceğim.
Çünkü biz, alacağımız her kararda, milletin tümünün yararını
gözeteceğiz. Şimdi ben, yarım saatliğine dışarı çıkıyorum. Dönüşümde herkese
tek tek yemin ettireceğim. Bu yemin bana uymaz diyenler lütfen evlerine
gitsin. Bunu anlayışla karşılarım. Dürüst davrandıkları için de onlara
minnettar olurum!” der ve salondan çıkar.”
Döndüğünde salon bomboştur.
Vesselam…