Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.95
Gram Altın
2323.80
BIST 100
9084.28
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

27 Şubat 2020

Zor Zamanda Konuşan Adam

İnsan, çocuklarına, torunlarına ne anlatabilir ki yeryüzünün en nev’i şahsına münhasır kişilerinden biri hakkında? Yaşadıklarını, hissettiklerini, çektiklerini, yaptıklarını ve kendisine yaptırılmayanları nasıl izah eder?

Yeni bir dönemi başlatan, öncü olan, önden giden, zor zamanda konuşan adam Necmettin Erbakan!

Zor, çetin bir hayat hikâyesi ve çileli bir yolculuk. Üniversite yıllarında bile çile var. “Takunyalı” diye bir kavram mı var? Evet var. Ötekileştiren bir kitle, düzenli namaz kılana o zamanlar takunyalı der.

Bilim adamı, Sanayici, Odalar Borsalar Başkanlığı, Siyasetçi, Genel Başkanlık yaptığı dönemlerde karşılaştığı tek durum vardır? O da tek kelime ile şudur:

“Yassah Hemşerim”

Niçin, nasıl, hani yerli malı yurdun malı idi, adalet, eşitlik, din diyanet, millilik benzeri sorular ve kavramların, erdemlerin hiçbir kıymeti yoktur. Bu ülkede motor yapamazsınız. Motor yapacak, piyasaya satıp Batılı tekelleri kıracaksınız. Olmaz, olamaz. Odalar Birliğine Genel Sekreter, Başkan olamazsınız. Hadi diyelim oldunuz. Var olan destekleri İstanbul dışına Anadolu insanına, esnafına, sanayicisine aktaramazsınız. O para, o destek bir avuç mutlu azınlığın, seçilmişlerin(!) hakkıdır. Böyle yapmazsanız polis zoruyla seçildiğiniz koltuktan indirilir, üniformalı silahlılar nezaretinde kapı dışarı edilirsiniz. Sakın siyasi parti kurmayın canım.. kapatırız. Hükümet ortağı olamazsınız. Başbakan olamazsınız. İşçiye, memura, çiftçiye herkese maaş ve ürün zammı yapamazsınız. “Yassah Hemşerim”

Bazılarını birinci elden dinlediğim bazılarına bizzat tanık olduğum bir ceht, azim hikâyesiydi. Zor günlermiş. Hem de ne zor. Gençlerimizin çoğu bu tarihi gerçeklikleri okumamış, tanık olmamış olabilirler. Ancak gelecek için dünü bilmek, bugünü yaşamak, yarını da planlamak gerekir. Dünü bilmeden, bugünü hakkıyla yaşamadan, yarın asla aydınlık olmaz, olamaz.

1989 yılında İzmit’te İmam Hatip’te okurken, okuldan kaçıp Refah Partisi mitingine giden ortaokul öğrencisi bir delikanlı iken tanımıştım ilk. Cat Ctevens diye sakallı, güler yüzlü bir adam. Tercüman eşliğinde konuşuyor. Sunucu diyor ki “Onun adı artık Yusuf İslam. O artık kardeşimiz.” Vay be diyoruz. Dünyanın tanıdığı, şarkıları, konserleri için baygınlık geçiren yüz binlerin olduğu bir İngiliz şarkıcı Müslüman olmuş. Sevinçle şükrediyoruz arkadaşlarla.

Sonra Erbakan Hoca, Rahmetlik… Pırıl pırıl yüzüyle bizleri selamlıyor: “Esselamu Aleyküm aziz ve muhterem kardeşlerim.”

İlk o gün bizzat dinlemiştim. İlk o gün tanış olmuştum. O gün bugündür Hocayı, Rahmetli olana kadar hep yakinen takip ettim. Uzak durmamaya, hep yakınlarında olmaya çalıştım. Çünkü ezberden değil, merak edip tahlil ederek Hocaya evet demiştim. Sonradan ezberlerimi de tamamlamış olarak.

Zekâ, çalışma ve ilmi başarılarla geçen bir hayat. Nerede talim ettiyse hep önde, hep yüksek gayret ve üstün başarılarla geçen bir ömür. Kendisinden önce aynı üniversiteye başlayan Türkiye’nin siyasi meşhurlarına hem sınıf arkadaşlığı hem de Hocalık yapmak nasip olmuş. Sonrasında ise Alman Leopard tanklarının Ar-Ge Başmühendisi olacak nadir bir deha.

Tanklara yaptığı resmi, patentli katkı da tartışılır Türkiye’de hala. “Bizden Adam Olmaz” aşağılık kompleksi burada da varlığını sürdürür. Yok canım diyen araştırmacı(!) gazetecilerimiz patent enstitülerinin sitelerine bile bakarlar. Başarılıdır ve kal denir. Ben bu motorları ülkem için, kendi ülkemde yapmak istiyorum der ve alır valizini gelir vatanına. Çünkü vatan, bizim için kutsaldır.

Önceleri Gümüş Motor sonraları Pancar Motor diye bilinirdi Hocanın ürettiği motorlar. Yerli malı ilk motordur. O zamanlar bize dayatılan fikir, siz toplu iğne bile imal edemezsinizdir. Her devirde paraya tapanlar vardır. Onlar sayesinde Hoca üniversiteye dönmek zorunda kalır.

Yıl 1961’dir. Ankara’da Oto Koç’un ortağı Bernar Nahum; "Bursa'da şeftali üretmek otomotiv üretmekten hem daha kolay hem daha kazançlıdır" dediği anda dayanamayan MKE’li genç mühendis ayağından çıkardığı postalı kürsüye fırlatır. Postal, Nahum'un alnına çarparken, mühendis "Bize otomobili siz ürettirmiyorsunuz, sizler bizi batıya mahkûm ve mecbur ediyorsunuz!" diye bağırmaktadır. Koç Otomotivin ortağı Nahum 1. Otomotiv Sanayi Kongresinde araba üretemezsiniz derken, Erbakan Hoca da “biz yerli otomobil üretebiliriz” demektedir.

Hep engeller ve sıkıntılar bekler kendisini. Hoca yılmaz ve geri durmaz gönlündeki için. Cehdine devam eder. Bu durumları da 1969 yılında İzmir'de çıkan Tekyol dergisi adına Fehmi Koru’nun yaptığı mülâkatta "Neden siyaset?" sorusuna Necmettin Erbakan Hoca şu cevabı vererek anlatır:

“Bunu önce sadece ilim yoluyla yapmak istedim; engel çıkardılar… Ben de iş adamlığına (Gümüş Motor Fabrikası) soyundum, yine engel çıkardılar… İş dünyasında etkin hâle gelirsem belki durum değişir düşüncesiyle Odalar Birliği’ne genel sekreter oldum, engel çıkardılar; başkan seçildim, engeller büyüdü… Anladım ki, amacımı gerçekleştirebilmem için tek yol, siyaset yapmak…”

Siyasi adamlığında da çığır açmak nasip oluyordu kendisine. Ancak şu var ki; siyasi hayata başladığı 1969 yılından vefat ettiği 2011 yılına kadar, aradan geçen 42 yılın yarısı siyasi yasaklı kalmış bir insan Erbakan Hoca. Siyasete atılan, lakin inandığı kıymet ve ideallerle siyaset yapmasına müsaade edilmeyen, sürekli engellenen bir siyaset adamıydı.

Hoca siyaseti seçmişti. O’nun yeteneğindeki ve bilgisindeki bir insan patentleri ve icat ettikleri ile mutlaka milyarlık servetlere kavuşurdu. Ama elinin tersiyle bunları iterek siyaseti tercih etmişti.

Kurduğu partilerden dördü kapatıldı. Kapatılma gerekçelerinde ise hep laikliğe karşı bir odak, yapı oluyorsun vardı. Son partisi kurulurken, “bu parti son partimiz” dediğini hatırlıyorum. Belki de kendisinin içinde bulunacağı son parti demek istiyordu. Kim bilir?...

Yürüttüğü siyasete Millî Görüş adını veriyordu. Millî Görüş, “Türkiye'nin kendi insan ve iktisadi gücü ile kalkınabileceğini, öz değerlerini koruyarak, arkasına tarihinin verdiği kuvveti alarak daha hızlı adımlarla yürüyebileceğini” iddia ediyordu.

Millî Görüş Lideri olarak anons ediliyordu programlarda. Millî Görüş lideri olarak; Aliya İzzetbegoviç’in, Cehar Dudayev’in, Gülbettin Hikmetyar’ın, Hasan en Nedve’nin, Şeyh Osman’ın ve birçok kutlu insanın dostu ve lideriydi.

Bazen Bosna’ya silah fabrikası kuruyor, bazen Barzani’nin elinden Şeyh Osman’ı kurtarıyor, bazen de Şamil Baseyev’in Moskova’nın içlerine kadar gidebileceği maddi desteği gönderiyordu. Boş durmak yoktu O’nun hayatında. İnandığı için yaşamak vardı sadece.

Hayatı hep sıkıntılarla, hep kendisine atılan iftiralarla geçmiş bir insan. Bazen mal varlığının toplam ederine, şu kadar altını var denilmiş. Bazen her yeni camide kıldığı şükür namazına, gösteriş yapıyor denilmiş. Bazen motor yapamaz, hayal görüyor ne ağır sanayisi denilmiş. Bazen İslam birliği kurulamaz, Avrupa’ya teslim olalım yeter denilmiş. Bazen de devletin partisine yaptığı resmi yardımın, eksik gider bir kaç makbuzundan dolayı 1 trilyonu yediler denilmiş. Tüm ömrünce hem iftira atılarak hem de hayalperest denilerek, aşağılanarak milletin Hocasına ve projelerine bakışı değiştirilmek istenmiş.

Hayatı boyunca tam anlaşılamamıştır. “Beni Hans’tan önce anla be Hasan” sözü çok meşhurdur. Aslında çok sade ve akıcı konuşurdu. Konuştuğunu halk da anlardı, âlim olan da. Kendisi ile görüşmediğini, gerek de olmadığını böbürlenerek anlatan adam(!) için muhabirlere “Biz kendisiyle beş kez namazlarda buluşuyoruz” diyebilecek kadar ince fikirliydi. Çünkü kendisini aşağılamak, küçümsemek isteyen adamı(!), millet 15 Temmuz’a kadar beş vakit namaz kılıyor zannediyordu.

Geleceğe yön vermek, aldığı sonuçların hatasını görmek için, bugünü şekillendirmek için çaba gösteren insanlara Hocanın hayatından iki mesele yazalım. Ve anlaşılmadığını, geç anlaşıldığını idrak edelim.

Takvimlerin gösterdiği tarih 15 Haziran 1997’dir. Yer Çırağan Sarayı. D-8 ilk olarak burada resmileşir. Birbirinden değişik ve farklı siyasi devlet adamını bir araya getirir ve İslam Birliğini kabul ettirir. Hocanın öncülüğünde ilk toplantısı sabah ve öğle oturumları halinde yapılır. Takdimci Mustafa Şentop, oturum başkanı Recai Kutan Beylerdir. Katılımcılardan RP Şişli eski ilçe başkanlığı yapmış İbrahim Türk de vardır. “Akşam tüm ilçe yöneticileri ile toplantı yapılacak” haberi verilir ve D-8 oturumlarından sonra bu toplantı başlar. Hoca başlar rapor almaya. “Her sandığa 1 baş müşahit, 4 müşahit atandı mı? Toplantı yapıyorlar mı? Ev ziyareti sayınız kaç? Milli Gazete aboneniz kaç?” gibi sorular geldikçe İbrahim Türk içinden şöyle geçirir: “Hocam bu nasıl bir durum? Az önce D-8 toplantısında Cumhurbaşkanı, Başbakanlarla bir araya geldin. Şimdi de müşahitlerle mi uğraşıyorsun?” İbrahim Başkan ile görüşürken bu günü hatırladı ve dedi ki: “Gerçekten biz dahi bu yapının içindeki bir nefer olarak geç anlamışız. Bunu bugün daha iyi anlıyorum. 2019 seçimlerinde olan da aynen bu durumun anlaşılamamasıdır.”

Birçok konuşmasında anlattığı o meşhur atasözünden hikâyesi ile tüm sevenlerini güdümlü mermi gibi kitlerdi hedeflerine. O da şuydu: “Asla bir işi, bir vazifeyi küçük deyip küçümsemeyin. Her işimizi, her vazifemizi küçük saymamak, önemle el atmak gerekir. Küçük görünen işler, ileride ne hayırlı neticeler ne büyük sonuçlara sebep olabilir: Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır. Bir mıh işte deyip geçmeyin. Bir mıh gevşer ve düşer. Mıh düşünce atın ayağındaki nal düşer. Bir nal işte deyip geçmeyin. Bir nal eksikliğinden bir at düşer. At gidemez, koşamaz olur. Bir at işte deyip geçmeyin. Atın üstündeki komutan düşer. Komutan düşünce ordu hareket edemez, ordu elden gider. Ordu savaşa giremezse belki ülke elden gider maazallah. O yüzden küçük demeden vazife ne ise iş ne ise önemsemek ve bihakkın yapmak gerekir.”

Belki okuyucu için çok uzun bir yazı, belki bu sayfalar yetmemiştir Onu anlatabilmek için. Koca bir ömür için belki üç beş paragraftır. Ancak çekilen çile yıllar, insana çektirdiği yüzyıllar kadardır. İnsanların bazıları şu üç beş satır yazıyı okuyup çekip gitmiş, vazgeçmiş algılamasın. Cepheden geri kaçmış bilmesin. Başbakan vekili olarak Sencer Paşaya Kıbrıs’a Türk Ordusunu çıkarma emrini veren ve RP Genel Başkanı iken Boşnakları katleden Sırpları ve tüm Haçlıları durdurmak için savaş zamanında Bosna’da silah fabrikası kuracak, Başbakan iken Filistin’e Tük Ordusunu gönderecek kadar imanlı bir mücahitten bahsediyorum. Ne geri çekilmesi ısrarla üstüne gitmiş. Bugünün yolunu açmış.

Kıbrıs’ı çok okuyup dinledim ancak Bosna savaş fabrikasını ve gazasını, Filistin’e Türk Ordusu gönderme destanını gözlerim, kulaklarım iyi hatırlar ve şahittirler.

Bir 27 Şubat günü aramızdan ayrıldı. Herkese de hakkını helal ederek gitmişti. Ya Hocanın alacakları… Hocaya bile bile zulmedenler. Onlar ne olacaktı acaba? Vicdanlarıyla baş başa kalıp ıstırap mı duyacaklardı? Yoksa boş ver işine bak, gel geç mi diyeceklerdi? Hoca herkese hakkını helal etse bile Allah vardı. Mahşer vardı. İşte o gün hep beraber işitip göreceğiz, şahit olacağız.

Bir yüce dava için yola koyulup, yol alan, yoldaş bulan, dört kuşağı etkileyen zor zamanda konuşan adam için yazdık bu yazıyı. Ve bu kutlu adam, bu mücahit lider her daim fikirleriyle yüreğimizde sıcak bir Türk Kahvesi, ekmek tadı bırakacak. Çocuklarımıza da…

Allah Rahmet eylesin.

 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan