Zindandan şehadete yürüyenlere dua!..
Her zaman böyle oluyor.
Tıpkı donduran soğuklardan, esen rüzgârlardan sonra gelen ve tüm tabiatı yeniden dirilişe taşıyan baharlar gibi… Çatlıyor ya tohumlar, bahar çiçekleri coşuyor ya dallarında, pembe beyaz gülümsüyor ya tabiat.
Hep böyle oluyor, bitti dediğimiz anda yeniden başlıyor döngü.
Hayattaki mevsimler gibi yaşam da bir döngü nihayetinde. Şimdi mübarek günlere gecelere kavuştuk. Recep ayının arıtan iklimi iniyor üzerimize, anlıyoruz, yanan kandillerden, yüze inen nurdan, dualara sığan gamın ağırlığından anlıyoruz mübarek akşamdır.
Şair diyor ya “Mübarek akşamdır gelin ey Fatihalar Yasinler…”
Duaya başka bambaşka duracağımız, Rabbimizin bağışının rahmetinin oluk oluk aktığı geceler ve gündüzlerde merhameti ile insanlığı kuşattığı demlerdeyiz.
Tam da gencecik fidanlar asılmış, boğazımız düğüm düğüm; “ölelim Yarab! ölelim yetemiyorsak” dediğimiz zamanlardayız.
Darbelerin anıldığı, dahası hemen yanıbaşımızda darbelerin darmadağınık ettiği hayatları seyrederken oluyor herşey. İşte idamlar gerçekleşiyor ya… Yirmili yaşlarda, bıyığı yeni terlemiş delikanlı Mısırın zindanlarından kanlı yağlı urganlara yürüyor ya…
Sonra taze bir gelin elinde yavrusu ilk dişini gösteriyor, zindandan urgana yürüyen eşine, ilk dişini. Göremeyecek biliyor, ilk adımlarını, ilk koşmasını, ilk okul önlüğüyle okula gitmesini, ilk defa genç olmasını göremeyecek. Cennetlere ram olmuş, yağlı urganlar uzatıyor ömrünü cennetlerin en güzeline diye düşünüp rahatlamak istiyoruz. Ama işte olmuyor bir yumru oturuyor yüreğimizin tam ortasına, bir sızı derinden yerleşiyor ve her şey anlamını yitiriyor o zaman.
Mısırlı Esma Biltaci
İşte tam o zaman hiçbir şeyin anlamının kalmadığını düşünüp, okul önlerinde bekleyen annelere, sevgilisini bekleyen gence, sınavlarda terlemiş çocuklara, işten dönen bir babanın telaşlı sevincine yâd yâd bakarak, her şeyin ne kadar da anlamsız olduğunu anlayıp kahrediyoruz. Kahrediyoruz, ama elimizden bir şey gelmiyor. Binlerce insanın katledilip, yakan kavuran sıcaklarda, oruçlu dualarına şehadeti şahit ederken şehit olanlar geliyor aklımıza. Esma Biltaci geliyor. Bir gül gibi solgun avuçlarımıza dökülüyor Esma… Kemerli burnu, uzun beyaz yüzü, gülen gözleri, yüzünü çevrelemiş ve öylesine yakışmış pembe örtüsüyle gülümsüyor bize cennetten… Paramparça bir aile. Birkaç yıl önce abisi ile tanışmıştım. Uzaktan annesini görmüştüm. Babası Mısır’ın zindanlarındaydı. Kirlenmiş, kalabalık ekranlarından akıyor sosyal medyanın haberleri…Şehit olmuş diyorlar Esma’nın babası.
"Kızım, hocam ve gözümün nuru, ciğer parelerimizin katledilmesi, onlarca davanın sırtımıza yüklenmesi, mallarımıza el konulması, akademik görevlerimizden el çektirilmemiz, doğru olmayan yargı tarafından idam ve müebbet hapis kararlarının çıkması, evlatlarımızdan geri kalanlarımızın cezaevlerine tıkılması ve asılsız davalarla suçlanmaları, Allah'a yemin olsun ki ne seni ne de ak pak şehit kardeşlerini bir an için dahi unutturmaya yetmedi.” Mısır’daki Akrep Cezaevi’nden kızının ölüm yıldönümünde yazdığım mektupta Muhammed Biltaci böyle seslenmişti kızına.
İnsanlık ölüyor insanlık!
Şimdi haberler geliyor, kalp ilaçları verilmediği için öldüğünden, şehadete yürüdüğünden bahsediliyor Muhammed Biltacinin… Biltaci ölmüyor oysa, ona ve gencecik masum gençlerin idamlarına göz yuman insanlık ölüyor an an.. Müslümanlar ölüyor her daim…
Ama bahar geliyor bir taraftan, patlıyor tomurcuklar, mübarek gecelerin gündüzüne uyanıyoruz.
Recep, Şaban, Ramazan geliyor dostlar…
Arınmışlık mevsimine doğru yol alırken, yüreğimizin dua baharlarına revan olduğu bereketli günlerde ahvalimize duada bulunalım. Ümmet için, ümmetin evlatları için dua edelim. Rabbim Müslüman Coğrafya’ ya uyanış versin, salahiyet versin, huzur versin güç ve birlik versin diye açalım ellerimizi.
Değil mi ki gencecik fidanlar 21. yüzyılda insanlığın önünde yağlı urganlara yürüdü ve öldü insanlık. Öldü tüm Müslüman ümmet, yüreğimizi pare pare dağılıyor ve düğüm düğüm içimizde acılar.