Zin Nureyn Osman (20)
Hz. Osman (ra), Hicri yirmi yedinci yılda Mısır Valisi Amr b. el-As'ı azlederek yerine Abdullah İbn Sa'd b. Ebi Serh'i getirdi. O, Kuzey Afrika’nın fethinin tamamlanması düşüncesindeydi. Bunun için Osman (ra), Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, ona izin verdi ve içinde çok sayıda sahabenin de bulunduğu bir orduyu takviye olarak ona gönderdi (H. i. Hasan, a.g.e., I, 265). Abdullah b. Nafi b. Abdulkays ve Abdullah b. Nafi b. Husayn komutasındaki kuvvetler, İbn Ebi Serh ile birleşerek Mısır’dan batıya doğru harekete geçtiler. Trablus'tan Tanca'ya kadar olan bölgenin hakimi ve Bizans imparatorunun valisi, İslam ordusunun topraklarına doğru ilerlediği haberini alınca, yirmi bini süvari olmak üzere, yüz bin kişilik bir ordu hazırlayarak tedbirler aldı. Krallık merkezi olan Subaytala'ya yirmi dört saatlik bir mesafede, iki ordu karşı karşıya geldi. İbn Ebi Serh'in, “Müslüman olmak” veya “cizye vermeyi kabul etmek” teklifi reddedilince, çatışma başladı.
Bu arada, İslam ordusunun Medine
ile olan haberleşmesi kesilmişti. Hz. Osman bağlantı kurabilmek için Abdullah
İbn Zübeyr'i bir askeri birlikle Afrika'ya gönderdi. Günlerce süren savaş,
Abdullah İbn Zübeyr'in önerdiği taktikle kısa zamanda büyük bir zaferle
sonuçlandı. Müslümanların eline geçen ganimet oldukça büyüktü. Süvarilere üçer
bin dinar ve yayalara ise biner dinar hisse düşmüştü (İbn-ul Esir, a.g.e., III,
88-90; H. i. Hasen, a.g.e., I, 265-266).
Dersler ibretler:
·
Teb’a,
ümmet ve İslam’ın maslahatı için, gereğinde bürokratlar değiştirilir. Bu tüm
toplum ve devletlerde geçerli bir kuraldır.
Zira zirveden en aşağıya kadar,
her idarecilik, çok ağır bir emanettir. Emanete sahip çıkıp korumak, İslam’ın
olmazsa olmaz bir emridir. Nitekim bu hususta Yüce Allah (cc) şöyle
buyurmaktadır: “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar
bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan
yüklendi; (bununla beraber onun hakkını tam yerine getiremedi). Çünkü
o çok zalim ve çok cahildir.” (Ahzâb, 33/72). “Gerçekten Allah, size,
emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle
hüküm vermenizi emreder. Hakikaten Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor!
Şüphe yok ki Allah, hükümlerinizi hakkıyla işiten, emanete ait işlerinizi hakkıyla
görendir.” (Nisa 4/58)
Efendimiz (sav) de bu konuda şöyle
buyurur: “Müslümanların bir işine bakan kimse, o işi daha iyi yapacak biri
varken bir başkasına verirse Allah’a, Resulüne ve mü’minlere hıyanet etmiş olur.”
(Kasımî, 5: 1334) Hz. Ömer de “Müslümanların başında bulunan kişi, dostluk veya
akrabalık hatırına bir adamı bir işin başına getirirse Allah’a, Resulüne ve
Müslümanlara hıyanet etmiş olur.” demiştir. (Kasımî, 5: 1334) Peygamber Efendimize soruldu: “Ey Allah’ın Peygamberi! Kıyamet ne
zaman kopacak?” Efendimiz bu soruya şu cevabı vermiştir: “İş, ehli olmayan
kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır.”
(Buharî, İlim, 2)
·
Fetihlerin
devamı için, liyakatli komutanlar kadar, liyakatli bürokratlara da ihtiyaç
vardır.
Devri saadet ve Hulefa-i Raşidîn
dönemindeki; huzurun, bereketin ve güvenin sırrı, Resulullah (sav) ve ashabının
(Rıdvanullahi aleyhim ecmeîn) bu konudaki hassasiyetidir. İki kişi, Hz.
Peygamber’e gelip kendilerini emir tayin etmelerini rica ettiler. Allah’ın
Elçisi: “Biz, işimizi isteyene ve makam düşkününe vermeyiz.” buyurdu.
(Buharî, Ahkâm, 1) Hz. Peygamber, (sav) kendisinden valilik isteyen Ebu Zerr
Gıfarî’ye de şöyle demiştir: “Ebu Zerr, sen zayıfsın, o makam bir emanettir.
Sonu da kıyamet gününde bir perişanlık ve pişmanlıktır. Yalnız hak ederek alan
ve üzerine düşeni de yerine getiren müstesnadır.” (Müslim, İmaret, 16) Yine
amcası Hz. Abbas (ra) bir yere vali olarak görevlendirilmesini talep ettiğinde,
Hz. Peygamber, ona: Bu işin çok mesuliyetli olduğunu hatırlatarak vazgeçmesini
söylemiştir.
·
Önemine
binaen, istişare vurgusunu tekrarlayalım.
Burada da yine bir istişare
hatırlatması görüyoruz. Kaldı ki, “Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler
ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare
iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.” ayeti
gereği, her işlerinde istişare ederlerdi. Sadece devlet değil, herhangi örgütlü
bir yapının sağlıklı bir şekilde işlemesi, istişarenin hakkını vermekle olabilir.
Başka bir deyimle, bir devlet, şirket, cemaat, hatta bir aile; istişareye ne
kadar önem verirse, o kadar huzurlu, bereketli ve güvenle yoluna devam eder. Bu
konuya değişik vesilelerle daha önce değinmiştik.
·
İslam
cihadının gayesi, öldürmek değil, diriltmektir.
İşgal edip zelil etmek değil,
izzete ve ebedi saadete kavuşturmaktır. Şirkten tevhide, kullara kulluktan
malik-ul mülk olan Allah'ın (cc) kulluğuna kavuşturmaktır. Dünya ve
dünyalıkların köleliğinden, Zatı Zülcelalin kulluğuna yüceltmektir. Dolayısıyla
İslam cihadı, barbar, vahşi ve zalim emperyalistlerin kirli savaşlarıyla
kıyaslanmamalı ve karıştırılmamalıdır.
·
Sahabeler
dip imkanlarla zirve başarılar elde ettiler. Bugün biz iki milyarlık ümmet,
zirve imkanlara başarısızlıklarda dibe vurmaktayız.
Çünkü onlar, maddeden çok
manaya önem veriyorlardı. Dünyadan çok ahireti, ilahi rızayı hedefliyorlardı.
Onlar tebliğden çok daha önce, temsile önem veriyorlardı. Yani onlar İslam’ı
öyle güzel yaşayıp örnek oluyorlardı ki, onlara bakan herkes, onlarda net ve
berrak bir şekilde Kur'an ve Sünneti görüyorlardı. Peki bugün dışarıdan bize
bakanlar ne görür acaba? Biz İslam’ı net ve berrak olarak yansıtan bir ayna
mıyız, yoksa bizim kir ve paslarımız, İslam’ın manzarasını lekeleyip karartır
mı?