Zin Nureyn Osman (2)
Mekkeli müşriklerin iman edenlere yönelttikleri baskı ve işkenceler yoğunlaşıp çekilmez bir hal alınca, Resulullah (sav) ashabına Habeşistan’a hicret etmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Hz. Osman’ın Habeşistan’a ilk hicret edenler arasında olduğu hakkında kaynaklar ittifak halindedirler. Ibn Hacer birçok sahabeye dayandırarak Hz. Osman’ın, eşi Rukayye ile birlikte Habeşistan’a hicret eden ilk kimse olduğunu kaydetmektedir. (İbnu-Hacer el-Askalânî, el-İsabe fi Temyîzi's-Sahabe, Bağdat II, 462)
Dersler ibretler:
·
İslam o kadar yüce bir dindir ki, onun
uğrunda; mal, can, vatan ve en yakınlar bile, terk edilebilir.
Gelmiş geçmiş tüm peygamberler ve onların havari ve ashabı benzeri zorluklar yaşamışlardır. Hz. Musa (as) ve beraberindeki müminlerin tamamı, vatanlarını terk edip sonrasında çok büyük zorluklarla karşılamışlardır. Ama Resulullah'ın (sav) ashabı, her konuda olduğu gibi bu konuda da tüm insanlığın öncüleridirler. Onlar Mekke’deki çile yıllarında da Medine’deki cihat yıllarında da bir başkaydı.
· Tüm batıl davaların karakteri, böyle bozuktur. Kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımamak.
İşte beşerî sistemlerin güya en
özgürü dedikleri demokrasi. Güya özgürlüklerin cenneti” diye anılan ABD de
dahil olmak üzere, bugün hiçbir beşerî sistemde, gerçek manada bir özgürlükten
bahsedilemez. Kaldı ki sırf faklı mezhepten olduğu için kendisinden başkasını
akıl almaz işkencelerle öldürenler bu batılar değil mi? Batasıca batı ne zaman
medeni oldu ki… Hep vahşi, hep barbar, hep sömürgeci, talancı ve katliamcıdır.
· İslam’dan başka diğerine fikir, düşünce ve inanç özgürlüğü tanıyan bir sistem yoktur.
Onlar, “insan hakları” vs. süslü
sözlerin, sadece edebiyatını yaparlar. Ama çıkarlarına dokunduğu anda, işkence,
talan ve ölüm de dahil, her türlü insanlık dışı muameleyi, kendilerine hak
olarak görürler. İşte Fransa’da ve birçok Avrupa ülkesinde olan bitenler… İşte
Arakanda Budist yönetimin, Rohingyalı Müslümanlara yaptıkları, tüm dünyanın
gözü önünde olmaktadır. Bu ve daha nice zulümlerin binde biri kendilerine
yapılsaydı, batılılar böyle üç maymunu oynarlar mıydı?
·
Resulullah (sav) tüm ashabı, İslam uğrunda bu
fedakarlığı yapanların öncüleridirler.
Elbette tüm peygamberlerinde havari ve ashabı, büyük fedakarlıklar yapmışlardır. Ancak Resulullah'ın (sav) ashabı, bir başkadır. İşte küçük bir örnek. Resulullah (sav) bedir savaşıyla ilgili istişare ederken, Sa’d b. Muaz (ra) söz alarak, şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Rasûlü! … Seni şereflendiren ve sana Kur’an-ı
indiren Allah'a (cc) yemin ederim ki, ben bu yoldan hiç geçmedim ve buraları
bilmem de. Ama eğer Yemen topraklarındaki Berkü’l-Ğımad’a kadar gidecek olsan,
yine de seninle beraber gideriz. Biz sana kavminin Musa’ya “Sen ve Rabb’in
gidiniz, savaşınız! Biz burada oturacağız” dediği gibi demiyoruz. Aksine
biz: “Sen ve Rabb’in, gidiniz, savaşınız! Biz de size tâbîyiz” diyoruz.
Zannediyorum ki sen Medine’den bir gaye için çıkmıştın. Ancak Allah Teâlâ sana
başka bir görev vermiştir. Sen Allah Teâlâ’nın sana yüklediği görevi yerine
getir. Dilediğini yap, istediğinle bağları kopar, istediğine düşman ol veya
barış yap. Bizim mallarımızdan da istediğini al, feda olsun!”
·
Sadece kimsesiz ve biçare olanlar değil,
gayet güçlü ve kalabalık aşiretleri olan sahabeler dahi, vatanlarını bırakıp
hicret etmek zorunda kalmışlardır.
Bilindiği üzere hem aşiret olarak
güçlü hem de Mekke’nin en zenginlerinden olan Abu Bekr (ra) bile hicret
teşebbüsünde bulunmuş. Ancak bazı dostları buna engel olmuşlardı. Düşünelim ki,
peygamberin damadı ve Mekke eşrafının hemen hepsiyle yakın olan Hz. Osman (ra)
iki defa hicret etmek zorunda kalmıştır. Ne ki Resulullah'ın (sav) öz kızı
Rukayye (ra) bile, bu hicretlere gitmek zorunda kılmıştır.
·
Bu arada bu hicretlerin, bundan 1450 yıl önceki
şartlarda olduğunu unutmayalım.
İletişim zaten sıfırın biraz üstünde. Hicret yolundaki mazlumlarla irtibat kurup onların durumlarını öğrenmek gibi bir imkân yok. Haberleşmeler, kervanlara verilen basit notlar, mektuplar veya şifahi bilgilerle sağlanıyor. Tabi bu bilgilerin karşılıklı ulaşması ise, haftalar hatta ayalar alabilmektedir. Ulaşım ise en iyi ihtimalle at ve deveyle veya merkep ve katırlarla yapıldığı bir dönem. Birçok kere binek bulamayıp yaya yürümek zorunda kalanlar olmaktaydı. Düşünün ki, İslam’ın dünyanın dört bir yanına ulaştırılması da işte böyle şartlarda yapılmıştı. Şimdi uçaklar ve klimalı vasıtalarla saatler içinde kıtalar arası seyahat eden nice zavallılar, bu fedakâr sahabelere dil uzatabilmektedirler. Ne acı değil mi?