Zi-n Nureyn Osman (ra) 26
Hz. Osman, (ra) Resulullah'a
(sav) ait olan; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den (ra) sonra kendisine intikal eden
mührü, Medine'deki Arîs kuyusuna düşürdü. Onu bulacak olana büyük miktarda para
vadinde bulunmuş, ancak bütün aramalara rağmen bu mühür bulunamayınca Osman
(ra) büyük bir üzüntüye kapılmıştı. Ondan ümidini kesince hemen bir mühür
yaptırdı. Şehid edilene kadar parmağında kalan bu mührün, kimin eline geçtiği
tespit edilememiştir (İbn-ül-Esir, III, 133). Bu olay hilâfetinin altıncı
yılında meydana gelmiştir.
İslam fetihlerinin sürekliliği ve
elde edilen ganimetlerle insanların zenginleşmeleri, refah seviyesini oldukça
yükseltmişti. Bu durum, tabii olarak, Islama uygun olmayan birtakım davranış
biçimlerinin de ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Resulullah'ın (sav) yanında
yetişen ve bu gelişmeleri endişeyle takip eden sahabeler, bu endişelerini yer
yer ortaya koymaktaydılar. Bunlardan birisi de, zühd ve takvasıyla tanınan ve
maddi varlıklardan muhtaç kimselerin yeterince istifade ettirilmediğine inanan
Ebu Zerr el-Gifarî (ra) idi. O, Şam’da, Muaviye'nin uygulamalarına karşı
çıktığı ve düşüncelerini söylemekte ısrarlı davrandığı için Medine'ye
çağırıldı. Ebu Zerr, Medine'ye geldiğinde görüşlerini Hz. Osman'a
tekrarlamıştı. Bunun ardından, Halife'den izin isteyerek, Medine'ye yakın bir
yer olan Rebeze'ye gidip yerleşmişti. (a.g.e., III, 115; bk. Ebu Zerr el-Gifârî
Mad.)
Dersler ibretler:
·
Hilafetin sadece mührü bile, çok şey ifade
etmektedir. Osman (ra) hilafetinin sonlarına doğru başlayan çalkantıların,
sonrasında nasıl büyük fitnelere tahvil olunduğu malumdur. Evet, elbette mesele
sadece bir mühür meselesi değildir. Ama mühür hilafet mührüyse, onun gücü,
bereketi ve etkisi tartışılmayacak kadar büyüktür. Nitekim Osman (ra) o mührü
bulmak için çok çabalamış, ancak bulmaya muvaffak olamamıştır. Hikmeti hüda…
·
İmtihan gereği dünya ve içindekiler, insana
sevdirilmiştir.
Allah (cc) şöyle buyurur: “Nefsânî
arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve
gümüşe, soylu atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük insanlara çekici
kılınmıştır. İşte bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki
varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Âli İmran 3/14) Resulullah
(sav) ise dünyalıklarla ilgili şu uyarıyı yapar: “Altın, gümüş, kumaş ve abaya
kul olanlar helâk oldular. Eğer onlara istedikleri verilirse hoşnut olur,
verilmezse hoşnut olmazlar.” (Buhârî, Rikak 10. Ayrıca bk. Buhârî, Cihâd 70;
İbn Mâce, Zühd 8)
·
Varlıkla imtihan, bollukla imtihandan çok
daha zordur.
Kur'an ve Sünnet bu tehlikeye
çokça dikkat çekmiştir. Ancak buna rağmen, varlıkla imtihan olunanların
çoğunlukta olduğunu, ibretle ve üzülerek görüp yaşamaya devam ediyoruz.
Efendimiz (sav) bizden önceki milletlerden; Abraş, kel ve kör olan üç insanı
örnek verir. Bu insanların üçü de yokluk ve zillet içindeyken, Allah (cc)
onları hastalık ve kusurlarından kurtarıp bolca da mal vermiş. Varlığa
kavuşunca ilk ikisinin imtihanı kaybettiklerini, hem de geçmişlerini
unutturacak kadar dünyalıklara ram olduğunu ve sadece kör olanın imtihanı
kazandığını anlatır. Bu hadiste üç kişiden ikisinin imtihanı kaybettiği
vurgulanmaktadır. Ama günümüze baktığımızda, varlıkla imtihan edilenlerden
kaybedenlerin, oran olarak çok daha fazla olduğunu üzülerek görüyoruz.
·
Dünyevileşme tehlikesine karşı ikaz ve
uyarının rüknü olan “Ebu Zerr”lere ne kadar da ihtiyaç var.
Özellikle maddeyi putlaştıran,
parayı ilah gören batı kültürünün insanlığı kasıp kavurduğu bu çirkef asrında
öylesi yiğitlere çok daha fazla ihtiyaç vardır. “Ey İnananlar! Mallarınız ve
çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar
ziyana uğrayanlardır“ (Münafikun 63/9) Medine’de açlık ve pahalılığın
hüküm sürdüğü kuraklık yıllarından biridir. Dıhye bin Halife el-Kelbî, Müslüman
olmadan önce Şam’dan yola çıkardığı bir ticaret kervanıyla Medine’ye girdi.
Medine’liler âdetleri olduğu üzere kervanı tefler ve zillerle karşıladılar. Resulullah
(sav) tam o esnada Mescitte Cuma hutbesi irad ediyordu. 12 erkek ve bir miktar
kadın dışında tüm cemaat Peygamber’in hutbesini terk edip kervana koştu. Hz.
Nebî, bu duruma çok hiddetlendi ve buyurdu ki: “Eğer mescitte kimse kalmasaydı,
şu vâdiyi ateş seli kaplardı.” Diğer bir rivâyette: “Müslümanların üzerine taş
yağardı.” (Buhârî, Tefsir 61; Müslim, Cum’a 11; Tirmizî, Tefsir 62) Bunu
üzerine şu ayet nazil oldu: "Dünyevileşmiş müminler, bir ticaret ya
da eğlence gördüklerinde dağılıp ona koşarak, seni yalnız bıraktılar. De ki:
Allah katında bulunan, eğlenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Allah,
rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cum’a, 62/11)
Bugün de insanların çoğu sınırsız
büyümeye, sınırsız tüketime, tatillere, kokteyllere, spor turnuvalarına, müzik
konserlerine, show programlarına vs. dalarak, dini yalnız bırakmışlardır. Yahya
Bin Muaz (ra) da ebu zerce bir uyarıda şöyle der: "Ey İnsanlar!
görüyorum ki; evleriniz Rum Kayseri'nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra'nın
tutumuna, servet peşinde koşmanız Karun'un anlayışına, saltanatınız Firavun
saltanatına, nefisleriniz Ebu Cehil nefsine, gururunuz Ebrehe'nin gururuna,
yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana, Ümmet-i
Muhammed'den olanlar nerede?" Subheneke... Bihamdike...
Esteğfiruke...