Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.85
Gram Altın
2438.45
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Zekâ tarlalarımız!

Her dönemde bu millete muhtemelen başka milletlere nasip olmayan bir zekâ tarlası ihsan edilir.

Ve yine hiçbir millette olmadığı kadar sadece bizde bu zekâ tarlaları heder edilir. Çorak kalır. Ürün vermez. Kendi de neden böyle olduğunu bilmeden nadasa kalır. Hatta tarla olmaktan çıkar bir bozkıra döner.

Yaklaşık 20. asrın başlarından başlayan bu çoraklık ve bozkırlaşan zekâ tarlalarının akıbeti, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde de aynı şekilde devam etmektedir.

Ve bütün bu acı sonuca götüren sürecin merkezinde çağdaş eğitimimiz var zannımca.

Zekâ tarlalarımızı bozkırlaştıran yaklaşık 100 yıllık eğitim faciamızı üç örnekle somutlaştırmak istiyorum.

Birincisi, belki de en önemlisi girdi kalitesinin en yüksek olduğu lakin çıktılarının aynı derecede olmadığı ve bu ülkenin en zeki çocuklarının heder edildiği tıp fakültelerinin hâlâ aynı akıbeti yaşamaları ve günümüzde dahi yüzde birlik dilimde bu çocukları alarak geleceğimizi karartmalarıdır.

Tıp fakültelerinin verdiği eğitimle övünmemesi gerekir, girdilerinden ötürü. Çünkü bu ülkeyi istikbale uçuracak zekâlar onların girdileridir. Öğrenme kapasiteleri yüksek, çalışma disiplinleri üst düzeyde, tecrübi ve teorik bilgi arasındaki farkı en aza indirgeyecek bir donanımda olan bu girdiler zaten tıp fakültelerinin seviyelerini en üst düzeye çıkarmaktadırlar.

Maateessüf ülkenin geleceğini inşa edecek ve ona yön verecek bu zekâ tarlaları dün de bugün de sadece günü kurtarma ve konforlu bireysel bir yaşam elde etme topluma hava atarak ve toplumun havasını alarak heder olmaktalar. Ve dahi hekimliği de halkın içine karışınca öğrenmekteler.

İkincisi, zannımca en az birincisi kadar önemli olan ve onlardan daha vahim bir halde olan hukuk fakültelerine kaydolan zekâ tarlalarımızın bozkırlaşan halleridir.

Hukuk fakültelerinin de girdileri en az tıp fakülteleri kadar nitelikli zekâlarımızdır. Zannımca onların da bozkırlaşmasının temel nedeni çıktıları itibariyledir. Çünkü adalet asla 4 yılda, hele belli karaktere ulaşmış bir kimlik inşasından sonra kazanılacak bir değer değildir. Buradan çıkan hukukşinaslarımız büyük bir hayal kırıklığı ve adaletin tecrübi tarafını mesleki tecrübelerinde elde etme gerçekliğiyle cemiyete karışırlar.

Bugün de yüzde birlik dilimde olan bu zekâ tarlalarımız cemiyetin gelecek inşasında önemli bir yer alacak bir donanımda iken eğitimimizin sistematik duyarsızlaştırmasıyla kalın kalın kitapların teorileri arasında ve sadece papağan gibi ezberleme konumunda sönüp giderler. Mesleğin havasını atarlar lakin cemiyetin havasını hiç alamazlar. Çünkü bu zekâlarımız bilir ki adalet dört senede öğretilecek kadar basit değil kendileri de bu kadar hafife alınacak bir zekâ seviyesine sahip değiller. Ama girdikleri eğitim labirentinin içinden de çıkamamanın acizliğini ifade edemeyecek kadar çaresizler.

Üçüncüsü de zannımca diğer ikisi kadar önemli olan heder edilmiş bir diğer zekâ tarlalarımızdır ve günümüz de de aynı akıbeti yaşamaktadırlar. Bunlar da mühendislik ve mimarlık fakültelerimizin girdileri olan zekâlarımızdır.

Yaklaşık 100 yıldır bu topraklarda havası en çok olan ve zekâlarımızı en çok kıraç bağrına çeken mesleklerden biri de mühendislik ve mimarlıktır. Yüz yıllık geçmişimizin emarı çekildiğinde bu mesleğin asla bir orijinal mimarlık ve mühendislik inşa edemediğini acayip ve garaip bir kentleşme oluşumuna vesile olduklarını hatta büyük acılara sebep olacak bir yapılaşmanın içinde oldukları görülür.

Bugün de yüzde birlik dilim içinde olan bu fakültelerin girdileri her zamanki gibi zekâ tarlalarımız lakin çıktıları bozkır ve kıraç topraklarımız olarak görülüyor.

Ben derim ki bu üç fakülteye girdi olarak kayıt yapan zekâ tarlalarımızın, hem sağlıkta, hem adalette hem de mimaride asra damga vuracak ve bize yeni bir medeniyet inşası sağlayacak faaliyetler yapamamalarının temel nedenleri girip-çıktıkları eğitim kurumları yani yüksek öğrenim kurumları değildir sadece.

Bu zekâ tarlalarının bozkırlaşmasının ve günümüzde dahi kıraç topraklara dönüştürülmesinin asıl sebebi hâlâ değeri anlaşılmamış ve bu gidişle de anlaşılması zaman alacak olan eğitim fakültelerinin yani öğretmen yetiştirme zihniyetimizin çağların gerisinde kalması ve ötesine geçecek adımların atılmamasıdır.

Sağlık bir insani değerdir. Yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Bunu bireye en iyi anlatacak en önemli meslek öğretmenliktir.

Adalet bir evrensel değerdir. Hayatın her anında ihtiyacımız var ona. Adaleti içselleştirip yaşam boyu en doğru yaşantıyı oluşturacak adımlar aileden başlar okulda devam eder meslekte zirveye ulaşılır. Öğretmenin adaleti bir değer ve karakter olarak şekillendiremediği bir bireyden bu mesleğin icrasını beklemek muhali talep etmek gibidir.

İnşa/yapı yaşam boyu ihtiyacımız olan ve estetik duygularımızı tatmin eden bir etik-estetik değerdir. Bu değerleri oluşturacak zekâ tarlalarımız çocukluktan itibaren bir olgunlaşma sürecine girmelidir. Öğretmenin insanı ve estetiği merkeze alarak şekillendirdiği bu zekâ tarlalarımız hem yeni bir medeniyet tasavvurunda hem de estetik bir inşaya sahip zihniyette olurlar.

Bütün meslek erbapları ve öğretmen ilişkisi bu bağlamda detaylandırılabilir; hepsinde de aynı kaygı ve sonuçların çıkması muhtemeldir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki bütün bu zekâ tarlalarını tespit edeceklerin daha bir üst zekaya sahip olmaları gerekir. Yani ülkemizde ne zaman eğitim fakültelerinin girdileri zekâ tarlalarımızdan oluşursa ve bu girdiler daha donanımlı ve üst zekaya sahip çıktılar olarak anaokulundan liseye kadar var olan eğitim kurumlarımızda yer alırlarsa inanıyorum ki hiçbir zekâmız heder olmayacaktır.

Yüz yılı aşkın bir uykudan uyanmanın vakti gelmiş geçiyor bile.

Haftaya bu konuyu daha da detaylandıracağız inşallah.