Zehir Dünya ve Honeyland: Bal Ülkesi
Acaba dünya bir bal ülkesi olabilir miydi?
Bal gibi yaşayabilir miydik bu bahçede…
Neden hayatı ve bu güzel bahçeyi, ülkeyi birbirimize zehir
ediyoruz?
Gün içinde kendiliğinden yapacağımız bestelerle Hatice’nin o
şarkısını neden biz de bestelemiyoruz?
“Hem size, hem bize,
yarı bana, yarı sana!” diyemiyoruz?
…
Honeyland/Bal ülkesi belgesel filminden çok etkilendim. Kurmaca
diyemeyeceğim bu belgesele. Kurmamaca diyeceğim izninizle. Doğallık, samimiyet
ve saf erdemle ağır şartların nasıl da hafiflediğini ve güzelleşebildiğini
gösterir bu filmin “çekilmiş” bir film olduğuna inanmak zor. Yönetmenin kendini
bu kadar hissettirmeden hissettirmesi tebrik edilesi bir maharet. Sanki ekipmanı
tıpkı Hatice’nin arıları kendi mecrasında rahat bırakması, onların yaşam ve
üretim dokusunu bozmadan onlardan bal alması gibi alınmış bu kareler… Sanki
çekilmiş onca kareden bizim görmediğimiz ve yeni benzer düzeyde filmler için
“kışlık” görüntüler de bırakılmış. Görmesek te hayal edebiliyoruz.
Bu kadar yalın ayak bir sanata rastlamamış kadar çok etkilendim.
Samimiyetin; öyle diğerleri gibi var oluşunu dayatmayan bir kahramanla
giydirilmiş ve nasıl da üzerine tam oturtulmuş olduğunu gördüm. Hatice; samimiyete
elbise olabilmiş bir insan.
İşte bu kadar doğal olabildiğinde, gerçekliği bu denli
yansıtabildiğinde bir şeyin film olabildiğini, işte böylesi eserlerle, dünya
sinemasının; çekilmiş sayısız saçma film-milm’den, onlara harcanan paralardan,
emeklerden ve bizim vakitlerimizi, ömürlerimizi, gözlerimizi gasptan dolayı yeterli
bir özrü dilemiş olabileceğini hissettim. Tabi bu konuda en çok özür dilemesi
gereken, bütün dünyadan tek tek özür dilemesi gereken mecra belli! Muhtemelen
bir dayatma olmaksızın “ammada baktı sümüğü de aktı” tarzı izlendiklerini,
tercih edildiklerini ve bütün insanlığı keyiflendirdiklerini, ağır yaşamlara
eğlenceli, aksiyonlu, korkutarak veya romantizm ve saire ile destek ve katkı
sunduklarını iddia edeceklerdir. Pişkinlik; ekonomik ya da kültürel sömürüden
şişmiş ve şişirilmiş devletlerden çok devlet olmuş dev kurumların ana
karakteridir.
Gelelim Hatice’ye. Hasta anacığına güzel bakan, Üsküp’lerden
sattığı bal karşılığında muz getiren, yelpaze hediye eden Hatice’ye. Ne kadar
nazik ne kadar ince... Herkese değil her şeye karşı. Çevresel koşulların
zorluğu, yalnız mücadele ediyor olmak onu hiç kabalaştırmamış, sertleştirmemiş.
Adı belli bir konfor alanında, hatta lüks içinde yaşayanlarımızda kolay kolay
rastlanmayan saf neşesiyle çok sevilesi duruyor. Çok ta türkü dilli, şarkı
dilli bir insan...
En çok ta arıların dalak dediği peteklerinden bir kısmını
“kışlık” diyerek arılara bırakması ve rahminde yaşadığı doğaya gösterdiği
adalet çok etkileyici. O cümlesi bütün bir dünyaya, tabiatla insan arasında
ilerlemiş kavgaya ne de iyi gelecek bir hatırlatma:
"Hem size hem bize, yarı sana yarı bana"
Kendisiyle yapılan bir röportajda
"Ben bunu kendiliğimden biliyordum. Kimse bana
öğretmedi. Ben nasıl kışlığımı düşünüyorsam, kış tutar da aç kalmayalım diye unumu
ve tuzumu alıyorsam, onlara (arılara) da aynı şekilde kışlık bırakmamız
lazım." Şeklindeki sözlerini okuduğumda vicdanın iç levhamıza kazınmış
incecik bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Hatice Muratova ile arkadaş olmayı, koca ve kaba bir kentte
yaşıyor olsam da olabildiğince samimi, saf yaşamayı diliyorum.