Zayıf Halka
Hayata tutunma çabasında ölçü en zayıf halkadır. Zincirin diğer halkaları ne kadar güçlü olursa olsun kopuşu zayıf halka belirler. İp en ince yerinden kopar. Bu fizik kuralı hayatın hemen her alanında olduğu gibi toplumsal kurguda da böyledir. Toplumun refah seviyesi en zenginlerin sahip olduğu imkanlarla değil en yoksulların mahrumiyetleriyle belirlenir. Binayı taşıyan en alttaki kolonlardır. Yukarının selameti aşağının kuvvetine bağlıdır, kırılganlık aşağıya aittir. Aşağı güçlendirilmediği sürece yukarı her daim tehdit altındadır. Yenilgi en zayıfın yere düşüşünün en güçlüyü savurması, yere kapaklamasıdır. Ve bir cisim ne kadar yukarıdan düşerse o kadar hızlı parçalanır.
Son aşamada insanı yere düşüren ölümcül hastalığın başlangıç noktasını yenilgiye uğrayan ilk hücre oluşturur. Hastalık, zayıf noktanın genişlemesiyle ölümcül hale gelir. Zaaflarımız erdemlerimizin önüne geçtiğinde yenilgi kaçınılmazdır. Basit kötülüklerden devasa kötülükler doğar. Kötülük çoğaldığında iyilik görünmezleşir. Zayıf halka her durumda kötülüğün başlangıç noktasıdır.
Devasa bir ağacı küçücük bir kurdun açtığı yara yere devirir. Büyük fikirleri küçük boşluklar, büyük insanları küçük hatalar yok eder. Şehirlerin ana caddelerine baktığınızda kimliğini göremezsiniz. Makyaj nasıl yüzün sağlığına işaret etmiyor, gerçeği örtme işlevi görüyorsa şehirlerin ana caddeleri, merkezleri de onun gerçek yüzünü görmeyi engeller. Hakikat kenarlara doğru gittikçe kendini gösterir. Gecekondu mahalleleri, varoşlar en zayıf halkadır. Ölçü varoşlardır. Orası bulunduğu noktadan ne kadar geriye çekilmişse şehir de kendinden o kadar uzaklaşmış demektir.
Bütün bunları hafta sonu yaşadığım bir olay ilham ettirdi. Görevli olduğum bir sınav için fakülteye giderken sabahın altısında, daha gün ışımamışken öldürücü soğukta, bir çöp bidonunun yanında yaktığı ateşin yanına kıvrılmış, boylu boyunca uzanarak vücudunun ateşe dönük yerlerini donmaktan kurtarmaya çalışan on bir-on iki yaşlarındaki bir çocukla karşılaştım. Sınav mahalline vaktinde yetişmem gerektiği için durup halini hatırını soramadım. Görev bilincinin insanı yapması gerekenlerden alı koyması da ayrı bir dert ya, yol boyu o çocuğu düşündüm. Sabahın o vaktinde evinde, sıcak odasında oturması gerekirken onu hangi şartlar bu çöp yığınının yanında kıvrılıp yatmaya itmişti? Düşünüp durdum. Sonra şöyle dedim: Memleketim için ölçü budur, bu çocuktur. Eğer toplum; içinden tek bir ferdi bile bu yaşta, sabahın bu vaktinde, ince elbiseleriyle çöp bidonunun yanında uzanıp yatmaya itmişse o toplum iflah olmaz. O sistemden hayır gelmez. Oradan refah ve mutluluk çıkmaz. Çocuklarını koruyamayan hangi sistem kendini koruyup muhafaza edebilir ki? Yoksullarını yoksulluğa mahkum eden hangi zenginlik iflah olur?
Zayıf halka, içimizdeki en zayıflardır. Sağlık bakımından en hastalar, bilgi bakımından en yetersizler, ışık bakımından en karanlıkta kalanlar, en cahiller, nezaket bakımından en kabalar, insanlık bakımından en cahiller, ahlak bakımından en yozlaşmışlar, refah bakımından en yoksullar… Uzayıp gider bu liste ve neresinden bakarsanız bakın altında kalırsınız bu analitiğin. Bireysel bir hikayedir deyip geçmemek lazım. Orada başlar ve biter dememek gerekir. Durumu ne olursa olsun, insan başkalarının durumuyla ilgilendiği kadar insandır. Saf ve kendi haliyle bir mutluluk yoktur. Bütün mutlulukların yolu iç huzurdan, iç huzurun yolu başkalarını razı etmekten geçer. Zulüm, insanın kendi dahil hiçbir şeyi görmemesi, orada, cildinin üzerinde gezinen ışığı fark etmemesi, kendi başta olmak üzere her yerde ve her şeyde ışığın üzerini kapatmasıdır. Gözlerini kapatmak ışığın üzerini örtmektir. Sadece kendini düşünmek ışığın üzerini örtmektir. Dünyanın her hangi bir yerinde tek bir insan yokluk içindeyse bile kendinden razı olmak ışığın üstünü örtmek demektir. Ve zulmün bir adı da ışığın üstünü örtmektir.
Ramazan geleli birkaç gün oldu ve oruç tutuyoruz. Dünyanın bütün oruçlarını tutsak bile orada, çöp bidonunun kenarında elleri titreyerek ateş yakıp kendini ona emanet edeni emanete almamak oruçlarımıza halel getirmenin ötesinde insanlığımıza zarar vermez mi? “Başkası aç iken kendisi tok yatmanın” lanetini hep söyleriz. Söyleriz de iş uygulamaya geldiğinde, gerçeği orada, sokağın kemikleşmiş noktasında bırakıp yolumuza devam ederiz. Yolumuz yolmuş gibi hayata kaldığımız yerden devam ederiz. Sanki yokmuş gibi, aramızda aç yatanlar yokmuş gibi yemek tarifleri yapar, iyi beslenmenin, ramazanda tok kalmanın reçetelerini sıralarız. Toplumun karşısına çıkar, dalga geçer gibi sabah akşam, elinizdekiyle yetinin deriz, biraz kemerleri sıkın, sabredin deriz. Peki biz? Biz kimiz? Komşusu açken tokluğunu gizlemeye çalışan mı, yoksa ondan şikayetçi olan mı?
Ölçü her zaman, her yerde zayıf halkadır. İp inceldiği yerden kopar ve incelen yeri onarmak gerekir. İncelen yeri onarmayanlar ip koptuğunda savrulmayı göze almalıdır. Savrulmayı ve baş aşağı düşmeyi… Hem de en sert biçimde. Çünkü ip koptuğunda yere en çok kapaklananlar en yukarıda olanlar olacaktır. Çünkü ip koptuğunda ne kadar bağlanırsa bağlansın bir daha hiç eskisi gibi olmayacaktır. Titanik battıktan sonra geminin en üstünde olsan ne yazar, en altında olsan ne yazar? Suyun grameri yukarıdakileri yutmayacak değil!