Dolar (USD)
32.56
Euro (EUR)
34.62
Gram Altın
2487.58
BIST 100
9524.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

15 Ocak 2012

Zana-Kavakçı ve Çiller


[email protected]

BDP Milletvekili Leyla Zana'nın evine yapılan baskın, beni direkt 28 Şubat günlerine götürdü. Malum süreçte bir gece yarısı DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, kameralar eşliğinde Merve Kavakçı'nın Ankara'daki evine baskın düzenlemiş ve hepimizin hafızalarından çıkmayan o iğrenç olaylar yaşanmıştı. Bugün, benzer tartışmalar Leyla Zana etrafında yapılıyor. Ancak haksızlık etmeyelim, aynı pervasızlık ve iğrençlikle değil elbette. Evinin kapısının kilidi kırıldı mı kırılmadı mı tartışmalarını bir tarafa bırakarak, Türk siyasetine damga vuran üç kadın üzerinden vicdanlarımızı sorgulayalım. Türk siyasetine damga vuran üç kadın siyasetçi var. Bunlar 1999 yılında başörtülü olarak Meclis'e girdiği gerekçesiyle dehşet bir zulme maruz kalan Merve Kavakçı, Meclis'te Kürtçe yemin etmek istediği için yaka paça dışarı atılan Leyla Zana ve "Kurşun atan da yiyen de kahramandır" sözleriyle 90'lı yıllara damga vuran Tansu Çiller. Her üç kadın siyasetçiye de haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Zana ve Kavakçı'ya nasıl haksızlık yapıldığı aşikar. Tansu Çiller de 28 Şubat sürecinin mağdurlarındandır. Refah-Yol iktidarını yıkmak ve Refah Partisi'ni bitirmek için hazırlanan post-modern darbeden Tansu Çiller de nasibini almıştır. Çiller, bu süreç sonrasında partisi dağıtılan bir genel başkan olarak siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalmıştır. Konumuz Çiller olmadığı için Zana'nın evine yapılan baskına dönelim isterseniz. Leyla Zana'nın evine yapılan baskına ilk önce İslami hassasiyetleri barındıran siyasilerin ve partilerin isyan etmesi gerekmiyor mu? Neden mi? Çünkü tarihimizde bir Merve Kavakçı fenomeni var. Kavakçı'ya yapılanların çok daha azı bile olsa, bunun bir başka siyasetçiye yapılmasına isyan etmeyeceksek niye yazı yazıyor ve siyaset yapıyoruz ki. İslam'ın temel düsturu olan "adalet" anlayışı siyasetinizin şekillenmesinde yer almayacaksa o zaman niye İslami söylemler etrafında teşkilat çalışmaları yapıyor ve halktan bu yönde oy istiyorsunuz. Unutmayalım ki adalet herkes için istenirse kutsal bir anlam ifade eder. Vicdan olmadan yapılan siyaset, söylemden öte bir anlam ifade etmez.

Uludere'de unuttuğumuz İslamcılığımız!

BU noktada Uludere'deki saldırı sonrasında "bizim" partilerin karnelerine bakalım. Uludere ve varoşlar Gandi Kemal'e terk edildi. Küresel güçlerin Türkiye ve İslam dünyası üzerindeki oyunlarını elbette anlatalım. Ama Başbakan Erdoğan'ın da söylediği gibi "siyaset tezek kokusu almadan yapılmıyor" maalesef. Varoşlar ve ezilen insanların yanında yer almadan iktidara gelme ihtimali olmadığını söylemek için siyaset bilimci olmaya da gerek yoktur herhalde. AK Parti'nin tam da merkez bir parti haline geldiği, varoşlar ve ezilenlerin ihmal edildiği bir süreçte, siyaset yapmak kadar kolay bir dönem yokken, incir kabuğunu doldurmayacak sorunlarla uğraşmak bizi nereye götürebilir ki. Tamam, acı üzerinden siyaset de yapmayalım. Ama Kürt sorununu içinden çıkılmaz bir hale getirmek için tezgahlandığı aşikar olan, 35 insanımızın öldüğü olay sonrasında, bölgede güçlü ve birlik üzerine kurulu bir siyaset şimdi yapılmayacaksa ne zaman yapılacak. Kürtlerle Türklerin yüzyıllardır et-tırnak gibi birbirinden ayrılmadığını bu dönemde haykırmayacaksak ne zaman haykıracağız. Son bir söz. Rahmetli Erbakan Hoca, siyasi yasaklı olmasına sebep olan meşhur Bingöl konuşmasında daha kimsenin aklında bile yokken Kürt açılımı yapmıştı. Hoca'nın "Eğer 'Türküm doğruyum, çalışkanım' derseniz, elin oğlu da 'ben de Kürdüm, daha doğru, daha çalışkanım' der" sözleri, bugün onun yolundan giden partilerin gündeminin sonlarında yer alıyor. Traji-komik olan durum da bu.
Saygılarımlau2026