Zamanı kurmak ve sinema
Birileri kendi zaman/hayat algısını, kendi zamanını, takvimini, sektörünü, çarşı pazarını bütün dünyaya dayatıyor. Zaman ve hayat onlarınmış da başkalarının olamazmış gibi hakimiyet kuruyor. Güç elinde olsa bile bunu yapmaması gerekirken… Dünya ve insanlık hep o birilerinin zamanlarını yaşamaya maruz bırakılıyor. Ömürler başka başka takvimlerde asılıyor, askıda kalıyor.
Maruz bırakılmışlıktan "yar bana bin eğlence!" çıkarmak da bir
"marifet". -Tir belki, bilemiyoruz. Daha yakındı. Yılbaşı
yaşadık. Yılımızın başı mıydı, ortası mıydı bilemeden...
Yine de bir insan-bir toplum kendi
zamanını elinden geldiğince yönetebilir. Ömrünü başka kurgulara vermeyebilir. Kendi
takvimini kurabilir ve ömrünün yeşermesini veya sararıp dökülmesini
görebileceği şekilde bizzat kendi alnına asabilir. Yazgısını gücünce yazabilir.
Zaman; sen ondan almazsan ömrünü senden alıp
giden, seni beklemeyen bir şey. Onu özellikle şehir yaşamında bu denli hızdan
çatlatan biziz gerçi. Dört, bilemedin sekizken dokuz nal yapan. Zamanın içinden
kendi ömrünü seçip almak zorunda bırakıyor bu tarz bir hayat ve toplum düzeni. Kendi
zamanını kurmak, almak ve farklı bir kurgu önermek bencillik gibi görünebilir.
Hayır. Sadece kendi ömrümüzü alıyoruz aslında ondan. Bizim olanı. Fakat yapışık
ömürler var işte... İyi ki var. Önemli olan; onları da yıpratmadan bunu nasıl
yapabiliriz?
Bu takvimde zorunlu olarak yerini bulan ilk şey;
zanaat veya sanat, ne türden olursa olsun iş hayatı var ve elbette hem hızlı
hem yorucu olarak gerçekleşiyor. O nedenle "fe ize ferağte fensab"
kuralı bize aktif dinlenmeyi önererek zamanı ve takvimi bilinçli kullanmamıza
destek oluyor. Ondan önce Asr/Dehr/Zaman suresi var.
Tam bu devrede seyir ve tabii ki
nizami beton bir çevredeyseniz tabiat, gökyüzü filan değil ekran seyri kendini
teklif ediyor. Kendinizi ekranla ve içindeki yüzlerle yüz yüze buluyorsunuz.
Seyirler içinde sinema ve belgesel zamanın geçecekse de boş geçmemesini sağlama
imkanına sahip. Tabii sinema; çoklu ifade alanı, çok sanatlı ifade imkânı.
Propogandaya, manipülasyona, algı yönetimine ve saireye çok müsait. Tebliğe
de... Bir şey öğretmek yerine kötü bir şey öğretmemiş olmamak da bir yerde
dinlenme aracı olarak kullanılabilir bir araç kılıyor sinemayı. Her şey ille
bir şey öğretir de öte yandan. Bir filmin mesaj verme zorunluluğu olmayabilir,
veriyorsa da apaçık ya da olumsuz subiliminal mesajlar vermeyi amaçlamış
olmasın diye düşünüyorsunuz en azından. Yani dinlenen bir insanın rahatlamaya
çalıştığı zihnini olumsuza yormamalı... Ne propaganda ne tebliğ, sadece masum
ve insani bir bilinç paylaşımı olabilir. İlle de bir mesajı, diyeceği varsa göz
göre göre değil, gözlerden ırak verebilir.
Sinemaya yaklaşma nedenimdir; "Kalın
kitaplardaki ince fikirleri kimse okumuyor. Herkesin baktığı yere o anlamları
nasıl taşırız?" kaygısı...
Demek ki insanların dinlenme
zamanlarına çok aktif bakmış, başka türlü bir aktivite, başlarda belirttiğimiz
aktif dinlenmeyi yerleştirmişiz.
Şunu söyleyebiliriz. Öyle ya da böyle zamanımız
büyük oranda dolaylı olarak kameraya/ o teknik göze ve gördüklerine, göstermek
istediklerine bakarak yani nihayetinde göz- göze, yüz- yüze geçiyor. Baktığımız
ikinci yüz ekran oluyor daima. Öyleyse bilinçli sinema takibi, bilinçli sinema
seçimleri yaparak takvimi kısmen sanatla yaşama çabasıyla kurabiliriz.
Biz bu amaçla İstev İlim Sanat Tarih Vakfı bünyesinde, online olarak “Biz Film
Konuşuyoruz” adlı bir film okuma programı da gerçekleştiriyoruz. Sizler neler
yapıyorsunuz?