Zamanda Kaybolmak
Bazı kitaplar vardır çabuk okunsun diye birçok sayfasını atlayarak bitirdiğimiz. Bazı kitaplar da vardır her sayfasını, hatta her satırını okudukça okuyası geldiğimiz. Yazar Halit Yıldırım’ın “ Zamanda Kaybolan Adam” adlı romanını böyle bir nazariye ile gördüm, böyle bir nazariye ile okuyorum.
Roman’ın başkahramanı Osman Efendi, roman diğer kahramanı saf bir Anadolu çocuğu olan Mahmut’u gâh sözüyle gâh davranışı ile düzeltmeye çalışan, düzeltirken de türlü cefalara katlanan sabırlı biridir. Sabırlı biri demek aslında Osman Efendi’ye haksızlık olur. Yazar Halit Yıldırım, ona “efendilik” payesi verdiğine göre önemli biri olduğunun bir göstergesidir. Aslında Osman Efendi, romanın girişinde teferruatıyla tanıtılmıştır.
Yazar, kitabın başkahramanı Osman Efendi’yi, “gençliğinde medrese tahsilini (eğitim ve öğretim) yapmış, dışarıdan imam hatip lisesini bitirmiş. Sonra da İslamî İlimler Akademisini okumuş ve vaiz olmuş birisidir.” diye tanıtır. Anladığımız kadarıyla yazar, Osman Efendi’nin emeklilik dönemine denk gelmiştir ki ondan emekli bir vaizdi diye bahseder.
Romanda olayın geçtiği yer İstanbul ve İstanbul’un en güzel muhiti Üsküdar’dır. Osman Efendi, oğlu, görevi icabı buraya geldiği için o da oğluyla beraber gelmiştir. Roman’da Osman Efendi’nin gelini Zehra Hanım’dan bahsedilir. Ama Osman Efendi’nin eşinden bahsedilmemiş. Demek ki eşi vefat etmiştir. Zehra Hanım, Osman Efendi’nin misafirlerinden hiç yüksünmez. Hele Mahmut geldiğinde ona yaptığı böreklerden muhakkak ikram eder. Bütün bunlara aracılık eden Osman efendinin büyük torunu Bilal’dir. Bilal da dedesinin evde gözü kulağıdır. Onun her isteğine koşar. Bir dediğini iki yapmayan Mehmet Akif’in deyimiyle “Asım’ın Nesli”ndendir. Acaba yazar, Bilal ismini bu karaktere bilinçli olarak mı vermiştir? Bu sorunun cevabını romanın ilerleyen sayfalarında göreceğiz.
Osman Efendi, yürümekte zorlandığı için Dergâh’tan eve ders halkasından bir talebesi ona eve kadar eşlik eder. Kapıda torunu Bilal’e teslim eder, öylece evden ayrılır. Osman Efendi’nin oğluyla birlikte oturduğu ev, Üsküdar’da inişli yokuşlu eski bir evden ibarettir. Bu ev iki katlı olduğuna göre muhtemelen daha apartman hayatının ortaya çıkmadığı 1970-80 yıllarıdır.
Mahmut, Amasya’nın bir köyünden büyük şehre kaçmıştır. Hem de oraya uzak bir köyden. Ona, köy hayatı cazip gelmemiştir. Bugünlerde şehirden köylere göçelim tartışmasının yaşandığı bir zamandayız. Şimdi ki zaman ile Mahmut’un zamanını karşılaştırırsak hakikaten zaman yolculuğunda yolunu kaybeden yolculardan oluruz. Keşke, o zamanlar Mahmut’u köyde tutabilecek bir sebep olsaydı da şehirler bu kadar insanı modern makinelerinde kıyıma uğratmasaydı. Mahmut, o zamanlar için köyden şehre gelmiş şanslı insanlardan biridir. Onun en büyük şansı Osman Efendi’ye rast gelmesidir.
Mahmut, büyük şehre gelmiştir ama hayatından memnun değildir. Aklında hep evliya menkıbelerinden kalma, geçmişe yolculuk yapmak vardır. Bu suretle babasını uyarmak ve kaderinde bir değişiklik yaparak bugünkü durumundan daha rahat bir hayat yaşamayı ister. Bu düşüncesini, hocası Osman Efendi’ye açar ancak hocası ona “kaderine razı olması gerektiği” hususunda nasihatte bulunur. Ancak ısrarları üzerine bu işi nasıl yapıldığına dair ona bazı bilgiler ile kendi üstadının bu işleri yaparken kullandığı bir yüzüğü gösterir. Mahmut, hocasının yanından ayrılmasını fırsat bilerek zamanda yolculuğa çıkar. Ancak işler ummadığı bir minvale evrilmiştir. Yazar romana fantastik bir kurgu da eklemiştir. Mahmut için kaderinde yaptığı ufacık bir değişiklik, onu hayatının sonunda azılı bir katile dönüştürmüştür, diyor. Ve Mahmut yaptığı hatayı anladığında ise iş işten geçmiştir. Romanın sonunda tüm bu yaşadıklarının bir rüya olduğunu anlar ve rahatlar ama başından geçenlerin hayal mi ya da gerçek mi olduğuna emin olamaz. Mahmut, Bu korkularla evine döner.
İstanbul’da bulunduğumuz zamanlarda “Osman Efendi ile Mahmut” hikâyesine benzer birçok olayla karşılaştım. O olaylar, şimdi bende birer hatıra oldu. Kaç insanı, bu büyük şehrin yalancı yakamozlarından kurtardık, bilemiyorum. Doğunun Yedinci Oğlu şiirini bilenler bilir. Bizler, galiba Doğunun yedinci oğlu gibi cesaretli olamadığımızdandır. Büyükşehirlerin ortasından büyük nehirlerin kıyısına kendimizi vurduk.
Kitabın edebî ruhuna dönelim. Romanda bazı cümleler var ki hep altlarını çizdim. Yükleminden nesnesine; öznesinden zarfına kadar buram buram edebiyat kokuyor. Evet, edebiyat kokuyor. Dokunaklı mecazlı anlatımlar, deyimler ve atasözleri bütün güzelliğiyle “Zamanda Kaybolan Adam” romanında yer alıyor. Bir iki misal: “Konuşunca düşünce makasını eline alır.” Soyuttan somuta ya da eskilerin söylemiyle mücerredden müşahhasa yolculuk, mana diyarına yolculuk mübarek bir yolculuktur. Okuyucuyu da beraberinde götüren ve getiren bir yolculuktur. Yine yazar bir yerde Osman Efendi’nin ağzından “şeyh uçmaz müridi uçurur” der. Bu atasözü, zamanımızda güncelliğini yitirmemiştir.
Romanın ilk başlarında gerçekleşen tasavvufî bir söyleşi var. Bu durum, her ne kadar romana didaktik bir hava verse de diğer bölümlerle beraber dikkate alındığında yerini normal bir seyre bırakır. Roman’daki olaylar, durum-kesiti de beraberinde getirmiştir, diyebiliriz.
Keyifle okunacak bir romanla sizleri baş başa bırakıyorum.