Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

06 Nisan 2020

Zahmeti rahmete çevirmek

Dönüp dolaşıp yine kitapların kapısına dayandık. Evdeyiz, o halde okuyalım diyor artık kitaplara çok uzak olanlar bile. Bir yerden sonra bıkıp usanılmayacak zannedilen şeylerden bile uzaklaşmaya başlanıldığına şahit olacağız.

Gün gelecek ve sosyal medyadan da uzak durmak isteyenler olacak. Evdeyiz ve sosyal medyanın her türlüsü ister istemez elimizin altında. Her zamankinden daha çok zaman geçiyor sosyal medyada. Beklediğim şu; artık yavaş yavaş kendine dönmeye başlayacak insanlık.

Sahte olanı, iki yüzlülüğü, kavgayı bir kenara bırakmanın zamanının geldiğini de göreceğiz. Ülkeyi twit atarak yöneteceğini zannedenlerden de bıkacak insanlar.

“Biz bize yeteriz” derken tek yürek olanlar, öbür tarafta “biz size yetmeyiz” diyerek ayrıştırmayı maharet sayanlardan da midesi bulanacak insanların.

Bu cânım vatan toprağında güzel şeyler olsun diye gecesini gündüzüne katanların karşısında, aykırı ses olmayı maharet sayarak dünyanın yaşadığı bu salgın günlerinde bile kirli siyasetiyle daralan ruhlara kaos aşılayanlardan da uzaklaşacak aklı selim olanlar.

Vatanını seven, ömrünü milletine adayan sevdalıların eksik olmadığı ülkemizde, böyle zor zamanlarda bile hainliğiyle ihya olmayı bekleyenleri de sosyal medyanın karanlık çukuruna gönderecek vatan millet sevdalıları.

Ve sahte olan her şeyi elinin tersi ile itip, yüzünü gerçek olanlara dönenler virüsü de yenecek, akıl çelici her şeyi de arkasında bırakacak.

Kitaplara sığınmanın vaktidir. Evlerimiz uzaktan eğitim ile zaten bir okul havasına büründü. Dersler okul ciddiyetinde sürdürülüyor. Eba’ya destek olarak, canlı bağlantılar ile öğretmenler öğrencileri ile derslere başladı. Elbette aksayan yönler var. Her evde internet olmaması en büyük problem olarak görülebilir. Teknolojik donanımın her evde aynı seviyede olmaması da bir başka problem. Bunlar aşılabilir mi, onu şu anda kestirmek güç. Önemli olan, imkânlar dahilinde güzel çalışmaların hayata geçirilmesi.

Kütüphaneye dönüşen evler görüyoruz. Okuma saatleri ile evlerde geçen vakitler daha anlamlı hale geliyor. Zahmeti rahmete çevirmenin vaktidir. Birbirimize, kendimize, evimize, daha çok vakit ayıracağımız zamanımız var artık.

Sosyal medyanın kirli yüzünden kaçıp buyurun ailenin huzuruna ve kitapların aydınlık sayfalarına.

Selim Baki’den Bir Kısa Camel

Günümüz edebiyatında öykünün hissedilen yükselişinden elbette ziyadesiyle memnunum. Bunun yanında öykü yazmak kadar öykü üzerine düşünmeyi, çalışmayı da çok önemli buluyorum. Aynı durum şiir için de geçerli ama bugün konumuz öykü.

Selim Baki, ilk kitabı Bir Kısa Camel ile öykülerini bir araya getirdi. Mecaz Yayınları arasında çıkan kitapta on altı öykü var. Öykülerini dergilerde yayımlayan Selim Baki, aynı zamanda öykü üzerine mesai harcamayı da ihmal etmiyor.

Gençlerle bir araya gelerek öykü okumaları yapıyorlar, öykü tahlilleri çalışıyorlar. Yani öyküyü sadece yazmıyor Selim Baki, yaşıyor da.

İç sesi dinmeyen öyküler var kitapta. Öyküleri okurken anlatıcının sesi ile birlikte kahramanın da bir köşeden olaylara tanık olduğunu hissediyorsunuz. Birinci kişi anlatıyor öyküyü, kahramanlar eşlik ediyor.

Kendini okutturan öyküleri seviyorum. Bunun için gerekli olan; sağlam bir kurgu, merak unsuru ve özgün cümleler birçok öykü için yeterli olabiliyor. Kitabın ilk öyküsü İskemle, kitap hakkında da iyi bir izlenim uyanması anlamında güçlü bir öykü. Zamanın akışını, ömrün akışıyla birlikte okuyoruz bu öyküde.

Daha çok, acıların öyküsünü yazmış Selim Baki. Zeynep ve Feride gerçek bir kişilik olarak hayatın birçok alanında karşımıza çıkarken öykünün kurgusunda da aynı acılar karşılıyor bizi. Düz bir anlatımda bile acıyı hissedebiliyoruz. Cümleleri renklendirmek yerine her şeyi olduğu gibi vermeyi tercih ediyor Selim Baki.

“Babam yoktu. Çok önceydi onun ölümü. Ben, henüz onun kokusuna alışamadan, bir gece vakti, çalıştığı yerdeki adamlar tarafından dövülerek öldürülmüştü. (Benim Adım Zeynep)

Kitap iki bölüme ayrılmış. İkinci bölüme delilik öyküleri diyebiliriz. İkinci bölüm şöyle başlıyor; “Delilerin silahları yoktur, zırhları vardır ve zırhları kelimelerdir.” Öyküleri okuyunca, hangimiz deli hangimiz akıllı diye soruyor insan.

İkinci bölümde yer alan altı öyküye “nehir öykü” diyebiliriz. Birbirini tamamlayan ve isabetli paslarla ilerleyen öyküler bunlar. “Kusura bakmayın bayım, ben bir deli değilim. Yanlış kapıyı çaldınız.”

Selim Baki ilk kitabı ile öyküye olan tutkusunu pekiştirmiş oldu. Bu on altı öykü gösteriyor ki ondan güzel öyküler okumaya devam edeceğiz. Yeter ki öykünün büyüsünden hiç uzakta kalmasın.