Zahmet olmadan rahmet olmaz!
Düşünce dünyasında ün yapan ünlü flozorlardan Eflatun'a sormuşlar:
-İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışı nedir?
Eflatun:
-"Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Sağlıklarını geri almak içinde para öderler.
Yarınlarından endişe ederken bugünlerini unuturlar. Ne bugünü ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ama hiç yaşamamış gibi ölürler."
- Peki ne öneriyorsun?
Bilge sıralamış:
-Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın!
Yapılması gereken kendinizi sevilmeye bırakmaktır.
Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır."
Eflatun da bu evleri geçirmiş, büyümeyi istemiş, kazanmak için çok şeyler yapmış, belki gününü iyi yaşamasını becerememiş, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayamış, kendini sevdirmek için gayret etmiş, ömrünün sonunda asıl meseleyi anlamış biri olarak bizi uyarmak istemişti.
İhtiyaç bitmez, bu kadar bana yeter demedikçeu2026
Hayallere ulaşılmaz, hayalleriniz doğrultusunda yaşamadıkçau2026
İstekler sınırsız, istekleri aza indirip kanaat etmedikçeu2026
Yaşanan güzelliklere doyulmaz, şükretmesini bilmedikçeu2026
Sevilme ve sayılma olmaz, sevdiğine doğru adım atmadıkçau2026
Bütün bu söylemler bir yana bizler gerçekten çocukluktan sıkılmış, büyümek için acele etmiştik. Para kazanmak için çok çalışıp daha fazlasını istemiştik. Sağlımız gidince tekrar kazanmak için ne duyarsak yapar olmuştuk.
Hep geleceğin bize neler getireceğine bakar olmuş, anın kıymetini bilemememiştik. Yaşanılan güzellikler görülüp kıymeti bilinmeyince yarının kıymetini de anlayamayacağımızı bilememiştik.
Hiç yaşanmamış gibi olan ömürlerin bir anda bitişine sanki hiç şahit olmamıştık. Bir gün hiç yaşamamış gibi bu dünyadan ayrılacağımızı da kendimize hiç yakıştıramamıştık.
Bizler sahip olmak yarışıyla insanların birbirine girmelerine, nice ülkelerde kanların akmasına, evlerinden u2013 barklarından sürülmelerine, topraklarının yağmalanmasına, daha güzel yerlerde yaşamak arzusu ile evlerinden uzaklara giderlerken denizlerde boğulmalarına, itilip kakılmalarına, evlatlarından ayrılmalarına bir bir şahit olmuştuk.
Nice evlilerin aile olamadıklarına, azami özeni eşlerine göstermediklerine, lüks hayata sahip olup dünyanın bütün nimetlerinden faydalanmak için ödeyemeyecekleri borçların altına girdiklerine, kendi ailesine vermeyip kendi istekleri doğrultunda harcayanlara, elindeki güzellikleri görüp kanaat etmedikleri için yıkılışlarına da bir bir şahitlik eder olmuştuk.
Söylemlerimizle ve eylemlerimizle daha çok sevilmek, takdir edilmek ve alkışlanmak istemiştik. Çoğu zaman da emek vermeden kazanmak istemiştik.
Halbuki Allah Teala Kulu Meryem'e, Meryem suresinin 25. Ayetinde şöyle buyurmuştu:
"Hurma ağacının kütüğünü kendine doğru salla, üzerine olgun, taze hurma dökülecektir."
Acaba Hak Teala itaatkar kulu Meryem'e taze hurmayı sallamadan kucağına düşüremez miydi?
Tembel, sözünde durmayan, emanete ihanet eden, yalancı, hilekar, zalim, cani, ukala, arogant, bencil, dediğim dedik diyen insanları bizler bile sevmezken Allah Teala sever miydi?
Öyleyse yapılması gereken kurallara uymaktı. Kurallar; hayatı kolaylaştıran ve yaşanılır kılan olgulardı. Kırmızı ışıkta durulmalı, sarı ışıkta hazır ol durumunda olup yeşil ışıkta da geçilmeliydi.
Kuralına göre oynanmayan oyun bir kere şans eseri kazanılsa bile her zaman kaybetmeye mahkumdu.
Kırmızı ışıkta durmakla elbette her zaman kaza olmayacak değildi. Diğer kırmızı ışıktan geçen, yani kurala uymayan kazaya da sebep olabilirdi. İşte bu hal bizim için bir imtihandı.
Bu imtihanı kazanmak an meselesiydi. Ya kazananlardan ya da arkasından ağlayarak "eyvah" diyenlerden olup, Asr süresindeki ifadeyle "hüsrana uğrayanlardan" olacaktık.
Bu durumda bizler daha fazla çalışıp, emek verip kazanmak için zahmet etmeliydik. Zira zahmet olmadan Rahmet olmayacaktı. Rahmetin olmadığı yerde de ümit olmayacak ve hayat da son bulacaktı.
Ves-Selamu2026