Zahir Melih Batın Kabih
Başlıktaki ifade, Arapça bir
deyim olup gayet manidardır. Manası ise, “dışı süslü alımlı ama içi çirkin kötü
ve itici olan şey” demektir. Örneğin dışı/kaportası çok albenili ama motoru,
şanjmanı diferansiyeli dağılmış, perişan olan bir araç bu deyimle ifade
edilebilir. Yine yaşlı bir karıkoca kadının makyaj, estetik ve botokslarla
kendini genç ve güzel göstermesi gibi durumları da anlatır. Ama takdir
edersiniz ki günümüz insanın perişan haline de tam uymaktadır. Zira maddi
imkânların zirvesini yaşayan çağımız insanının manevi dünyası perişandır.
Maddeyi putlaştıran kapitalizm ve batı kültürü, insanlığı maddi hazlara ram
etmiş durumdadır. Ancak insanın ruhunu, yüreğini, manevi bünyesini viran
eylemiştir.
Kâinat insanla değerlidir.
Dolayısıyla diyebiliriz ki varlığın sebebi, eşrefi mahlûkat olan insandır. “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.
Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden
rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra
Suresi 17/70) İnsan en güzel bir şekilde yaratılıp tasvir edilmiştir. “Muhakkak ki biz insanı en güzel bir
biçimde yarattık. Sonrada onu aşağıların en aşağısına indirdik.” (Tin
Suresi 95/4-5)
Ama bu kadar değerli ve önemli
olan insan, kimi zaman, kendisini yoktan var eden rabbine karşı asi olup
sapabilmektedir. İşte bu sapmalar, insanı çok ciddi travmalara sebep olabilecek
yanlışlara sürüklüyor. Nitekim Tin suresinin 5. Ayeti kerimesi, buna işaret
etmektedir. “ Sonra da onu aşağıların en aşağısına indirdik.” Müfessirler
buradaki aşağıların en aşağısını da insanın her iki yünüyle de
ilişkilendirirler.
Birincisi: insanın fiziki, anatomik, yani maddi yönüdür. İnsan, her
canlı gibi zayıf ve küçücük bir bebek olarak doğar. Sonra büyür, olgunlaşır ve
en güçlü dönemine ulaşır. Ama daha sonra yaşlılık çağına girince yeniden
zayıflık çağına doğru inişe geçer. Gün geçtikçe, güç ve tâkatını kaybeder ve
fiziki olarak aşağıların aşağısına doğru iner. Nitekim Kur'an ve Sünnet bunu
“Erzel-ul ömr” yani ömrün en zayıf, en muhtaç ve en rezil anı… Büyüklerin, sık
sık: “Allah ele ayağa düşürmesin.” Diye yaptıkları dua da, işte ömrün bu çağına
işarettir. “Allah sizi önce zayıf olarak
yarattı, zayıflığın ardından size kuvvet verdi, kuvvetin ardından da tekrar bir
zayıflık ve ihtiyarlık verdi. O, hakkıyla bilendir, her şeye kemâliyle
kâdirdir.” (Rum Suresi 30/546)
İkincisi: insanın manevi
yönüdür. İnsanı manevi açıdan değerli kılan, maddi değerler değildir. İnsanın
asıl değeri, kendisini yoktan var eden rabbine kulluğun hakkını vermesiyledir.
İnsan yaratılış gayesinden sapıp günah, şirk ve küfür gibi sapmalara bulaşınca
aşağıların en aşağısına yuvarlanıverir. “Cehennem
için de insanlardan ve cinlerden pek çok kimse yarattık ki onların kalpleri
vardır, onlarla anlamazlar, gözleri vardır onlarla görmezler ve kulakları
vardır onlarla duymazlar. Bunlar hayvanlar gibi hatta daha aşağıdırlar. İşte
bunlar gafillerdir.” (Araf Suresi 7/179)
Bu vb. nice ayetlerden
anlaşıldığı üzere, yaratan Allah (cc) İnsanı iki ana unsurdan yaratmıştır. Biri
maddi/fiziki, diğeriyse manevi/ruhidir. İnsan, bu iki ana unsur ile var
olabilir ve varlığını devam ettirebilir. Bu unsurların sağlıklı bir şekilde
varlıklarını sürdürmeleri, insanı yoktan var eden Allah (cc) ın yine insan için
koyduğu ölçüleri muhafaza etmekle mümkündür. Allah (cc) bir zerreden küreye her
varlık için bir düzen koymuştur. Dolayısıyla eşrefi mahlûkat olan insanı da
başıboş bırakmamıştır. “İnsan,
kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyame Suresi 75/36)
Bu iki unsurun varlıklarını
sağlıklı bir şekilde devam ettirmeleri, elbette her birinin ihtiyacı olan
gıdalar iledir. Zira yaratıcı, varlıkların devamını sebeplere bağlamıştır. Zira
burası, esbap/sebepler âlemidir. İşte maddi olan bedenin gıdası maddi, manevi olan
ruhun gıdası da manevidir. Bu gıdaların hangisi verilmezse veya eksik ve
sağlıksız verilirse, o zaman sorun başlar.
Bedenden yeme içme gibi maddi
gıdaları kesildiğinde, zayıflar, hastalanır ve derken ölüme kadar gideceği gibi
ruh da aynı böyledir. Nitekim çağımız insanı,
bedenine günde üç öğün mükellef sofralarla ziyafet çekerken, ruhuna
haftada bir Cuma günü bir öğün gıdayı çok görmektedir. Kaldı ki insanların
çoğu, haftalık bir öğün gıda bir yana tamamen ruhi açlıkla pençeleşmektedirler.
Bunun sonucu olarak asrın insanı;
maddi açıdan saltanat içinde de olsa, manevi yönüyle şaşkındır, perişandır,
derbederdir, bunalım ve buhrandadır, cinnet geçirmektedir. Bu sebeple anti
depresan ilaçlar, leblebi çekirdek gibi tüketilmektedir. Ama yine de çare değil.
Çünkü manevi boşluğun ilacı yine manevi olmak sorundadır. Dolayısıyla asrın
insanı mana bünyesini manevi gıdalar olan; iman, takva, salih ameller, şefkat
merhamet, saygı sevgi vb. insani erdemlerle doyurmak zorundadır.
Şu halde bedenine enva-i çeşit
gıdalar; yemek, tatlı, çörek börek, içecek ve çerezlerle ziyafet çeken insan,
ruhuna boykot koymaktan vazgeçmelidir. Kendisini yoktan var eden Allah (cc) a
teslim olmak, takvayı kuşanmak ve salih amellere sarılmak zorundadır. Aksi
takdirde stres ve bunalımlar artarak devam edecektir. Şu ayeti kerimeyi iyi
tefekkür edelim: "Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle
sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.” Subheneke...
Bihamdike... Esteğfiruke... Muhammed Özkılınç