Zafere doğru
Zafer, rehavete düşmeden daima çalışanlarındır. Galibiyet, zafer sarhoşluğuna kapılmayanlarındır. Muvaffakiyet, gayret kemerini kuşananlarındır. Başarı, sefere çıkan ama zaferi Allah’tan bekleyenlerindir. Hüner, Celâleddin Harizmşah gibi “Görevim savaşmaktır. Galip etmek, Rabbimin iradesidir.” diyebilmektir. 14 Mayıs’taki seçimde ilk zafer kazanıldı. Bunu hazmedemeyenlerin işlediği rezaletler, hepimizin malumu, ibretlik! Depremzede vatandaşlarımıza yapılan çirkinlikler, vicdanları yaraladı. ‘Demokrat’, ‘hoşgörülü’ ve ‘herkesi kucaklayacağını’ iddia edenlerin, gerçek suratlarını gördük.
Pazar günü gazetemizde yayımlanan “Milliyetçiler,
CHP’ye Hiçbir Zaman Güvenmedi” başlıklı yazım ilgi çekti. Tarih boyunca Türk
milliyetçilerinin CHP’ye itimat etmediğini belgelerle anlatmıştım. Son on günde
yaşadığımız hadiseler, haklılığımızı gösteriyor. CHP, tarih boyunca
muhafazakârlarda, dindarlarda, milliyetçilerde itimat hissi uyandırmadı. Bunun
için 73 yıldır muhalefette! Bu gidişle ömrü billah iktidar yüzü de göremeyecek.
Bu konuda geniş araştırmalar yapılmalı. Sebebi sorulmalı. Partinin milliyetçi
ve muhafazakârlarla ezelî çetin imtihanı, tez mevzuu olmalı, hatta kitaplaşmalı.
Milletimizin dinî ve millî değerleriyle harp hâlinde
olan bir mevkutede yazan komik oyunların ve filmlerin sanatçısı, son köşe
yazısında “Türk halkı ‘Sol’u sevemedi. Ben kendimi bildim bileli bu böyledir.” diyor.
Şüphesiz ki bu tespit doğrudur. Hakikaten Türk halkı sol fikriyatı da, solun
enva-i çeşidini himaye eden CHP’yi de sevemedi. Hele şimdi terör odaklarına
yeşil ışık yakan, onlarla işbirliğini geliştiren bu partiye, milletimiz zinhar ısınamadı.
Bu yüzden 73 yıldır 25’lerde çakıldı kaldı. Bahsettiğim yazıyı hevesle okudum.
Belki oyunculuktan köşe yazıcılığına terfi eden sanatçı, bir özeleştiri yapar
da rahat nefes alır, “Hah, solcular akıllanmaya başladılar.” derim. Ne gezer!
Yine halkı suçlamalar, insafsızca karalamalar… Yazının sonlarında bir itirafı
da görüyoruz: “Bu ülkede solcu olmak, akıllı adamın işi değil.” Ha şunu
bileydin bayım! Keşke değerlerimize yan bakmayan yerli solcularımız,
inançlarımıza homurdanmayan komünistlerimiz olsaydı. Kemal Tahir, İdris
Küçükömer, Attilâ İlhan gibi akıllı Marksistlerimiz çoğalsaydı. Ama olamaz,
zira onlar okuyor, gerçeği araştırıyordu. Doğruyu görünce de hakkı teslim
ediyordu. Onlar, gerçek aydınlanmacıydı. Şimdikiler değil! Artık komünist de
kalmadı ya! Turfanda kalan beş on sosyalist, PKK ve FETÖ ile dans ediyor, dün
diş biledikleri ABD’nin çadırından dışarı çıkmıyorlar. Arada bir canları
sıkılınca da ‘gezi’ye çıkıp nostalji yapıyorlar. Ne diyelim, Allah akıl fikir
versin, hidayet nasip etsin.
Bahsettiğim ceridede, bazı sözde sanatçılar ve
aydınlar, alışkın olduğumuz gibi yine toplu olarak kuyrukları dik tutmaya
çalışıyor ve malum yavelerden oluşan bildiriye imza atıyorlar. Ah sizler!
Peyami Safa’nın tabiriyle sizi gidi mahutlar! Ne zaman akıllanacak, bu milleti
anlayacaksınız? Ne vakit salim kafayla düşünmeye başlayacaksınız? Bir Allah’ın
günü, beraber yaşadığınız bu güzel halkın mabetlerine başınızı ne zaman
sokacaksınız? Bu köklerden kopuşunuz ne vakte kadar sürecek? Ha bu arada, bu imzacılar
arasında, iki tarafı da idare eden ve sağ belediyelere gidip ‘akçeli konuşan’
kurnaz kalemşorlar de var. Ama asıl
ayıp, onları davet eden bizimkilerde!
Bugünlerde mizahi bir hikâye yazdım. Tam da günümüzü
anlatıyor. Fellik fellik insanlardan kaçan ‘bukalemun’a bunun sebebini
sorduğumda şöyle dedi: “Malum biz üstünde dolaştığımız ağacın, bitkinin rengini
alırız. Bugünlerde bazı politikacılar türedi ki her renge giriyorlar. Mesleğimizi
çaldılar. Aslında renksiz, tatsız, kokusuz ve omurgasızdırlar. Önceki gün
kıpkızıl renge bürünmüşlerdi. Dün ise yemyeşil elvanı yansıttılar. Bugün de Turkuaz
rengine boyandılar. Rüzgâr gibi küheylana binmiş, Turan’a doğru dörtnala,
doludizgin koşuyorlar. Anlayamadığım husus şudur ki, bu şeytani maharete sahip ‘çakma
Tarkan’lar, bazı gafil ve cahil kişileri kandırabiliyor. Kimi eblehler, bu
kişilerde kendi saf renklerini güya görebiliyorlar. Doğrusu, bukalemun olarak çok
garipsedim.”
Şimdi sözüm, kafası karışık, vicdanı bulaşık bazı ‘nankör
muhafazakâr’lara! Düşünün, taşının, titreyin ve kendinize, özünüze dönün! Millî
çizginizden ayrılmayın, siyaset ve menfaat uğruna ileride utanacağınız
tercihlerde bulunmayın. Hayatınız boyunca eserlerini okuyup istifade ettiğiniz üstatları
terk etmeyin. Adlarını heyecanla andığınız Alperenlere, Atsız’lara, Başbuğlara
ihanette bulunmayın. İslam’ı yaymak adına her türlü eziyete katlanan, senelerce
zindanlarda tutulduğu hâlde inancından taviz vermeyen mübarek âlimlerimizi
düşünün. Onlara merhametsizce eziyet edenlerle dost olmayın. Cellatlarınıza
âşık olmayın! İleride bunu dostlarınıza ve çocuklarınıza izah edemezsiniz. Derin
bir mahcubiyet içinde yaşar gidersiniz. Ben 28 Mayıs Pazar günü, herkes gibi sandığa
gideceğim. Aziz milletimizin sevdiği ve güvendiği lidere, yani Cumhurbaşkanımız
Recep Tayyip Erdoğan’a huzur içinde oy vereceğim. Bu tercihte bulunurken
yaşayan büyük romancımız Üstün İnanç’ın, “O, bizim Bilge Kağan’ımızdır” sözünü de
asla unutmayacağım.