Zabun veya Kavruk Nesiller!
"Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek." Bu satırlar Yavuz Sultan Selim’e ait.
Sait
Faik ise "Kalem gibi baldırlı, kavruk çocuklara
para verdim” demekte.
Kavrukluk (Zabun olmak) edebiyatta şiir ve
hikayelerde/romanlarda işlenen bir konu. Kavruk, yaşı ilerlemesine karşın iyi
gelişememiş olanı anlatan bir sıfat. Zabun da güçsüz anlamında.
Keşke
kavrukluk, edebi metinlerin satırlarında kalsaydı.
Keşke
Sait
Faik’in “Kalem gibi
baldırlı” ifadesinde olduğu gibi sadece bedende rastlansaydı.
Kavrukluk
sık rastlanan bir olgu veya zihinsel bir mesele ise!
Meseleyi
daha iyi anlamak için isterseniz birlikte şu kısa öyküye bir göz atalım:
Yıl 1905
Kış
mevsimi! Ulu Cami’nin hemen arkasında yer alan Kurtuluş Mahallesi’nde bir ev! Sabaha
karşı mahallenin ebesi, Baytar Mustafa Efendi’nin
evine telaşla giriyor... Bu arada Ulu Cami’den yükselen sabah ezanı kalenin surlarına
ve tepeye doğru yükselen Kurtuluş Mahallesi’ndeki evlerinin duvarlarına çarparak
göklere yükseliyordu… Baytar Mustafa Efendi “elbette aktif yapılan dua uykudan hayırlıdır” diye mırıldandı.
O
sırada odadan bir bebek sesi tüm evi doldurdu ve içerdeki kadınlardan biri
odanın kapısını açıp, başını uzatıp gülümseyerek “müjdeler olsun bir erkek
evladınız oldu” dedi.
Baytar
Mustafa Efendi’nin babası “Şeyh” lakaplı Müderris Veli bu yeni doğan çocuğa “O
mübarek insanın ismini saygı ifadesiz söyleyemeyiz” diyerek Mehmet ismini koydu.
Şeyh
Veli o zamanlar büyük bir bilgindi ve İmparatorluğun çökmekte olduğunu görmüştü.
Sürekli olarak sohbetlerinde “Temel
sorunumuz milletin çocuklarının zihninin
kavruk/zabun halde bırakılması” olduğunu
izah ederdi. Bu nedenle oğlu
Mustafa’yı dini tedrisat yanında fen bilimleri (baytar) eğitimi almaya teşvik
etmişti.
Şeyh/Molla
Veliye göre medreseler, eğitimdeki
çağdaş gelişmelere ayak uyduramamıştı. Buralarda talim gören gençler bile
iyi eğitim almadığından, zihnen zayıf ve cılız kalıyordu. “Birden hiç eğitim
almayanları düşünün” derdi. Ona göre bu durum bedeni zayıflıktan daha tehlikeliydi.
Şeyh
Veli’nin bu ısrarlı vurgusu zamanla müderris unvanının önüne geçerek bu aile “zabunzade”ler
olarak tanınmaya başlamıştı.
Yıl 1916: İmparatorluk “hasta adam” olarak
her cepheden saldırıya uğruyordu. Mehmet henüz çok küçük cepheye gidecek halde
değildi. Ama babası Baytar Mustafa Efendi vatan savunması için taa Yemen’e
gönderildi. Bundan sonra Baytar Mustafa Efendi’den hiçbir haber alınamadı. Zaten
Sünni-Türk çocukları cephelere gönderiliyor ve ne yazık ki geride yetim/öksüz (kavruk/zabun)
kalmaya mahkûm kalan çocuklar!
Yıl 1934
Pehlivan
görünümlü genç bir adam hükümet konağına doğru yürüyordu… Bu esnada kendi
kendine “Bu nedir, ne işe yarayacak?” diye düşünüyordu... Başında taşıdığı
şapkayı çıkartarak eline aldı ve nüfus dairesinegirdi…
Buraya
gelme sebebi 21 Haziran 1934 tarihinde
çıkartılan “Soyadı Kanunu” idi. Bu Kanunun (Kanun No: 2525) 1. Maddesi “Her Türk, öz adından başka soyadını da taşımaya
mecburdur” şeklindeydi…
Kendi kendine “Hükümetin bir bildiği var, bizim gibi
boz adamlar (!) bu işlerden ne anlar ki” dedi.
Nüfus
müdürüne, “Bey! Öz adımdan sonra ‘Zabunzade’ ismini soyadı olarak almak
istiyorum” dedi.
Müdür;
cevap vermeden sözlüğe baktı. Sonra, “Mehmet bey! Zabun; ince, zayıf, güçsüz anlamındaymış.
Zabun, Kanunun 3. Maddesine takılabilir. Başka bir şey
düşünelim. Hem sen güvenilen bir adamsın
“güven” soy ismi sana yakışır. İstersen “er” veya “ç” ekini de ekleriz” dedi…
YIL 2020
Yukardaki kanunu yapanlar “Her Türk, … taşımaya
mecburdur” derken soyadını kast etmiş olmalılar. Keşke sadece soyadında
kalsaydı! Gel gör ki 21. yüzyılda bu topraklarda yoksu(l/n)luğun yenilmemiş
olması önemli bir sorundu. Devletimiz (Gücümüz olarak da düşünün) yıkılırken temel
sorunun yüzyıl önce “zihni zabunluk”
olduğunu söyleyen ses galiba haklı.
Peki
neden? Kimin zabun/kavruk kaldığı farklı farklı nedenlere bağlanabilir. Ama kendi
bilinçsizliğimize ve –Daron Acemoğlu’nun ifadesi
ile– sömürücü kurum ve kişilere dikkat edin derim.