Z kuşağı niçin merkezde?
Gençlik
her dönemde üzerinde tartışmaların yoğun olarak sürdürüldüğü bir sosyal
kategoridir. Çünkü gençlik diğer sosyal kategorilerden farklı olarak bir
toplumun geleceğe doğru inşası ve kurgulanışını da sorunsallaştırmaktadır.
Siyaset
gençliğe bir şekilde hitap etmek ister. Geçmişte politikleşmenin yoğun olduğu
zamanlarda bilhassa üniversite gençliği siyasetin de teorik ve pratik anlamda
birebir muhatabı idi. Partiler ve onların uzantısı sivil toplumlar üniversite
içinde yapılanmak üzere birebir siyasetler geliştirmekte idi. Şimdilerde seçme
yaşının düştüğü bir konjonktürde gençler siyasal partiler için “oy” anlamında
ciddi bir potansiyeli içinde barındırmaktadır.
1980
sonrası Türkiye ve dünya konjonktüründe meydana gelen apolitikleşme süreci,
gençlik üzerinde önemli kırılmalar yaratmıştır ki, bunlar arasında en önemlisi
artık dünya ölçeğinde siyasete olan ilgisizlik şeklinde tezahür etmiştir.
Aslında şöyle de söylenebilir; postmodern küreselleşme süreci gençliği gündelik
hayatın biyolojik ihtiyaçları sınırlarında politikleştirdi. Ya da apolitikleşme
gençliği içinde yaşadığı dünyada strateji kurabilecek tüm siyaset
tartışmalarından uzak tutmuştur.
Bu
bağlamda düşünüldüğünde yaşı 45’in üzerinde olan insanlar ile 25 yaşın
altındakiler arasında ciddi bir doku farklılığı oluşmuştur. Bu doku
farklılığını belirleyen ögelerin başında “politik” bir ortam geliyorsa,
ikincisi de “yoksunluk”tan kaynaklanan gündelik hayat tecrübesidir. Yoksunluk
bu neslin küçük yaştan itibaren çalışması, yokluklar görmesi, daha da önemlisi
birçok sosyal, siyasal, ekonomik badireleri tecrübe etmesidir.
Dolayısıyla
bugün baba ile z kuşağı denilen nesil arasındaki dünyaya bakış farkı buralardan
kaynaklanmaktadır. Özellikle muhafazakar kesimlerde bu durum daha belirgindir.
Mahrumiyetler içinde okumaya çalışan bu eski nesil, yaşadığı zorlukları
çocuklarının çekmesini istemediği için onlara ellerindeki imkanların tümünü
vermişler; ancak bu arada yeni nesli sorumlulukla yükümlü kılmayı ihmal
etmişlerdir. Doğrusu bu durum yeni nesilde her şeyin kendi hakları olduğu gibi
pratiğin teorisini sonuçlamış görünmektedir. Hele bir kısım ailelerde çocuklar
ebeveynlerin “efendi”si gibi bir pozisyon bile kazanmışlardır.
Hayata
karşı sabırsız, yükümlülükten azade özgürlük talepleri ile öne çıkan Z
kuşağının tam da postmodern küreselleşmenin arzu ettiği ve ekranlardan
propagandasını yaptığı profil şeklinde tebellür ettiğini görmekteyiz. Özellikle
son birkaç senedir Z kuşağı üzerinde farklı boyutlarla sürdürülen tartışmalar,
hem kavramı hem de bunun içeriklerinin neliğini daha da öne çıkarmıştır.
Tüm
bu tartışmalarda özellikle benim altını çizmek istediğim husus; Z kuşağının
beğeni ve taleplerinin tümüyle merkeze alınmasıdır. Elbette günümüz gençliğinin
muhatap olduğu teknoloji, anlayış vb. birçok şey değişmiştir. Bunların dikkate
alınması yaygın ve örgün eğitimde gereklidir. Ancak insan-insan ve insan-çevre
ilişkilerini besleyecek olan temel değerler nasıl korunacaktır?
Geçmişte bilhassa insanın içsel
süreci ve eğitimi din, ibadetler vb. araçlarla bir ömür boyu süren
faaliyetlerdi. Ancak şimdi yeni nesil ekonomik kazanç, sosyal getiriler ve
hatta içsel olgunlaşma için oldukça sabırsız görünmektedir. Söz gelimi; hemen
kısa zamanda ekonomik kazanç elde etmek isteyen yeni nesil için “emek” ne anlam
ifade etmektedir? Hatta birçok elde edilmek istenen getirilerin hiçbir emek ve
içsel olgunlaşma olmadan mekanikleşmesi söz konusudur.
Dolayısıyla
giderek mekanikleşen bir dünyada insanı kendisi kılan niteliklerin korunması
şimdi daha hayati bir anlam kazanmıştır.