Z kuşağı ekonomisi
Son yıllarda siyasetçilerin ve pazarlamacıların ilgi odağı haline
gelen Z kuşağı üzerine birçok yazı ve araştırma kaleme alınıyor.
Her insan belli bir yaşa gelince aşağı yukarı
benzer şeyleri yaşayarak benzer talep ve tercihlerde bulunuyor.
İnsanların tercihleri üzerine ürün ve hizmet üreten firmalar üretim
ve pazarlama sürecinde muhakkak bu yaş gruplarının tercihlerini analiz ediyor.
Meselâ ortalama 24 yaşına
kadar eğitim hayatının içinde yer alan gençlerin taleplerinin “iyi vakit geçirme”, “eğlence” ve
“verimli ders çalışma” gibi konulara yönelmesi firmaların bu ürün ve hizmetleri
üretmesine neden oluyor.
Yani mobil aplikasyonlardan, televizyon
reklamlarına kadar birçok şey buna göre belirleniyor.
Tabii ki siyasi partiler de bu işin dışında değil.
Ürün ve hizmet satmasalar da politikalarını
oluştururken oy istedikleri gençlerin taleplerini göz önünde bulunduruyorlar.
Hangi yaş grubunun neyi talep ettiği; siyasi
partilerin politikalarından liderlerin konuşma metinlerine kadar birçok şeyi etkiliyor.
Özellikle gençler siyasi partilerin daha çok
ilgi alanı içerisinde yer alıyor.
Çünkü eğitim sonrasında 30’lu yaşlarıyla
birlikte iş hayatında belli bir standardı yakalanıyor ve “daha iyi maaş,
evlilik, ev satın alma, bebek sahibi olma” gibi talep benzerlikleri görülüyor.
Orta yaş grubunda yer alan bu kesimin
taleplerinin büyük çoğunluğu bir anda çözülemeyecek konulardan oluşuyor.
Bu taleplerin karşılanması ekonomik reformlar
ve daha birçok uzun vadeli atılacak adım ile orta kesimin zenginleşmesine bağlı
olması bir siyasi partinin iktidar süresinden çok daha fazla zamana ihtiyaç
duyulması anlamına geliyor.
Bu nedenle siyasiler orta yaşa yönelik vaatlerden ziyade
kısa sürede daha kolay bir şekilde düşüncelerini değiştirilebilecekleri genç
nesile daha fazla ilgi gösteriyor.
Orta yaş üstündeki insanların da kaanatini çoğunlukla
değiştirmeyecek olması siyasi partiler için gençlerin daha da tercih edilebilir
olmasına neden oluyor.
Son zamanlarda siyasetçilerin Z kuşağına yönelik ortaya koyduğu atılımın
arkasında yer alan gerçek budur.
Gelelim Z kuşağının farklılığına...
Bu kuşak için birçok farklı tanımlama yapılsa da genel
olarak “2000’den sonra doğanlar” şeklinde tanımlanıyor.
Dünyanın hızla küreselleştiği bir dönemde paranın milliyetinin
kalmadığı, hızlı dijitalleşme ile artan tüketim döneminde doğan ve büyüyen bir
nesilden bahsediyoruz.
2000’lerin başından sonra Türkiye’nin krizden çıkmak
için dünyaya entegre olması eskiden devletlerin ekonomik yükü taşıyarak insanlarını
geçindirmesi devrini bitirdi.
2000’ler öncesinde mahalle kültürlerinin varlığı,
insanların birbirene verdiği destek hatta Milli maçların bile bir başka havada oluşu
siyasetçilerin devlet kaynakları ile oy toplamasının bir sonucuydu.
Zenginlik ve tüketimin toplumda yaygın olmaması
da insanların sosyal yönünü kuvvetli tutuyor bu da ister istemez farklı bir dünya
oluşturuyordu.
Z kuşağının dünyası ise çok farklı.
Devletin borçlanmaktan vazgeçip kredi ve kredi
kartlarıyla bu yükü vatandaşa yüklemesi insanların artık bir Yahudi atasözü olan “Her
koyun kendi bacağından asılır” anlayışıyla yaşamasına neden oldu.
Z kuşağı işte böyle bencil, tüketim meraklısı bir dünyanın
içine düştü.
Üstelik bunu bir de ortaya çıkan teknoloji dönüşümü ve dijitalleşme
takip etti.
İnsanlar artık mevcut düzeni kabul etmeyip
kendisini bir dünya vatandaşı olarak görmeye başladı.
Bu nedenle televizyonlarda “Alman vatandaşı
olmanın hayalini kuran gençler” görmeye başladık.
İnternet ve sosyal medyanın getirdikleri
topluma olan aidiyeti büyük oranda zedelerken küreselleşmeden payını alan Türkiye’nin her ürüne
ulaşabilmesi gençleri dünyadaki akranlarıyla aynı olduğu algısına sürükledi.
Aynı ürünleri tüketmek bizleri aynı yapmaz.
Bu farkı gidermek için sosyal medyada ortaya koyulan gerçek üstü
profiller aslında yaşanan derin sosyolojik problemi gösteriyor.
Tüketim toplumuna dönüşmenin kötü olduğunu düşünen ben ve benden büyük olan nesil, kendi istek ve arzularını her şeyin önünde tutan bir nesli anlamaya çalışıyor.
Sonuç şu: Z kuşağını biz meydana getirdik.