''Yüzyıllık Mutabakat''
Trump geldiği günden bu yana bölgesel dizaynda kendisine partner olarak Suudi Arabistan’ı seçmiş durumda. Aslında ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ortaklık çok eskilere dayanıyor. Belki Trump ve özellikle damadı Kushner bu ortaklığı kullanma/geliştirme noktasında daha fazla etkin oldular demek doğru yaklaşım olacaktır.
Bu noktada daha önce ABD ve Suud arasında imzalanan ve “Quincy Mutabakatları” olarak bilinen mutabakatlardan bahsetmek gerekiyor. Osmanlı döneminden bu yana süre gelen ancak bilinen kadarıyla 1915 yılında başlayan görüşme ve müzakerelerin ardından ilki 1945 yılında Roosevelt döneminde imzalanan mutabakat, Bush döneminde 2065 yılına kadar uzatılmıştı... Mutabakatlar tam metin olarak hiçbir zaman yayınlanmamış olsa da müzakerelere katılanların çeşitli kaynaklara aktardığına göre ana hatlarıyla mutabakatların içeriğinde;
“Suudi Arabistan Kralı, ABD’nin ülkesinin petrolü üzerindeki denetimini kabul ederken, ABD ise Suudi Arabistan Kralı ve dolayısıyla onun özel mülkü olan Suudi Arabistan’ı korumayı taahhüt eder.
Suudi Arabistan Kralı eski Osmanlı İmparatorluğundaki Yahudi halkı için bir devlet kurulmasına engel olmayacağını taahhüt ederken ABD onun bölgesel konumunu güçlendirecektir” şeklinde karşılıklı taahhütler yer almaktadır.
ABD artık bu mutabakatların meyvelerini hem kendi adına hem de İsrail adına toplama noktasında ve bu ivmelenmede Kushner çok önemli bir rol oynuyor. İsrail kurulduğu günden bu yana bölgede tam bir hak tanımazlıkla hareket ediyor. Bir terör devleti gibi davranıyor. Arap Baharı sürecinden sonra dizayn edilen yönetimler sayesinde ve son olarak Veliaht Prens Selman’ın da etkisi ile İsrail’in tüm tavırları, işgalleri meşrulaştırılıyor. Halen Suriye’de Golan Tepeleri’nde, Lübnan’da Şeba Çitftlikleri’de ve Filistin topraklarının büyük bölümünde işgalci konumda olan İsrail meşru bir devlet haline getiriliyor. Yakın tarihe kadar İsrail-Filistin meselesini Arap-İsrail sorunu olarak niteleyen birçok bölgesel kaynak artık konuya farklı açıdan yaklaşıyor adeta İsrail penceresinden bakıyor.
Mevcut ABD ve Suud Yönetimi, Ocak ayında detaylarının açıklanması beklenen “Yüzyılın Planı” diye nitelendirdikleri planı açıklamadan önce Filistin’i işgal altındaki topraklarından vazgeçmeye yönlendiriyor. Planın kabul edilmemesi durumunda İsrail “barışçı”, Filistin ise “uzlaşmaz” olarak gösterilecek ki, zaten Mahmud Abbas’ın planı kabul etme noktasında direnç göstereceğini beklemekte şu anda realist gözükmüyor.
Bu dakikadan sonra özellikle “Arap Nato”sununda malum planın açıklanması ile eş zamanlı hayata geçirileceği varsayıldığında ne yazık ki “esir edilmiş” bir Arap dünyası ile karşı karşıyayız.
Kaşıkçı olayının akabinde Veliaht Prens Muhammed’in pasifize edileceğini düşünenler yukarıda ki bilgiler ışığında konuyu yeniden analiz etmelidir. Zira 1945 yılından bu güne kadar gelen bir süreç mevcut iki yönetim eliyle bu kadar olgunlaşmışken gönüllü esareti kabul etmiş olan Veliaht Prens’ten (daha iyisini bulmadan) en azından şimdilik vazgeçilebileceğini düşünmek ne kadar realist olabilir?
“Arap Dünya”sı net olarak esir edilmiştir ve İsrail’in öncelikleri çözüldükten sonra planlanan yeni sonuçlar için zemin hazırlanmaktadır. Ocak ayında yaşanacak gelişmelerin ardından ilk beklenilmesi gereken ise Suud-İran gerilimini arttırarak başlatılması planlanan bir “mezhep savaşı”dır.
“Müslüman Dünya” ya kendine gelecek, gerçekleri görecek ve birlik olacak ya da birilerinin yazdığı senaryoda figüran olmaya devam edecek…