Yüzyılın felaketi...
Deprem fayının tam da üzerinde olduğumuzu dün yine, yeniden çığlıklar arasında bir kez hatırladık. Hem de ayazın zirve yaptığı, Sibirya soğuklarının karla beraber her yeri kuşattığı bir günde...
6 Şubat’ta saatler 04.17’yi gösterirken
önce Pazarcık 7,7 ile, 9 saat sonra
ise 13.24’te Elbistan 7,6’lik
sarsıntıyla 580
kilometrelik Doğu Anadolu Fay
Hattı’nın büyük
bir bölümü çatır çatır kırıldı, yer yerinden oynadı...
Kahramanmaraş, Adana,
Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır’da
6 binden fazla bina toza bulandı... Milyonlarca insan kan uykusunda depreme
yakalandı... Gecenin karanlığında
yükselen feryatlar canlı canlı yıkılan binalara gömüldü... Sabahın ilk ışıklarıyla
beraber “sesimi duyan var mı?..”
çığlıkları önce Türkiye’ye, sonra dünyaya yayıldı... Âdeta “küçük
kıyamet” yaşandı... Bina
enkazlarının altından yükselen çığlıklara yenileri eklenirken Türkiye saniye
saniye mâteme gömüldü.
Türkiye son yüzyılda yaşadığı 3 büyük depremden 2’sini 1
günde yaşadı. 17 Ağustos 1999’da yaşanan 7,4’lük sarsıntıyla “Asrın Felaketi” Gölcük Depremi’nden
sonra 10 vilayeti yıkan 7,7 ve 7,6’lık depremler kayıtlara “Yüzyılın Felaketi” olarak geçti... Depremin
etkilediği 10 il için 3 ay süreyle OHAL ilan edildi...
Şubat’ın ayazında sokağa
dökülen depremzedelerin feryatları yükselirken; devlet ve millet el ele verip
çığlıkların yükseldiği yere koştu... Yüce gönüllüler ordusu sabah ışıklarıyla
birlikte nefessiz ve sessiz kalmışlara el verdi...
*
AFAD, UMKE, JAK, JÖH,
AKUT, İHH, Kızılay, İtfaiye ve STK’lardan oluşan “iyilik orduları” vatanın dört bir sathından akın akın enkaz
altındaki Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa,
Adıyaman, Malatya ve Diyarbakır’a koşuyor.
Bir taraftan yaralar sararken, diğer taraftan
iğne deliğinden gelecek bir sese, nefese can vermek için bütün imkânlar
kullanıyor... 85 milyon, “Mucizeler,
umutlar tükendiği zaman belirir” umuduyla gelecek güzel haberleri
bekliyor... 90 bin camiden okunan salâlar eşliğinde enkazlar tırnaklarla
kazılıyor, bir ses bir nefes için canhıraş çalışılıyor...
Mucizenin gerçekleşmediği
anlarda feryatlar yükseliyor, yan yana konmuş cansız bedenler için saf
tutuluyor... “Nasıl bilirdiniz?..”
sorusuna istisnasız 85 milyon hep bir ağızdan ‘iyi bilirdik” diye şahitlik ediliyor... Metânetle “Allah devlete zevâl vermesin” duasını ediyor...
Zaman her günkünden daha
hızlı akarken, umutlar azalırken, Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis,
Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır Şubat’ın ayazında üşürken,
“İyi dost; iyi günde çağrıldığında, kötü günde çağrılmadan gelendir”
düsturuna hayat verenlerle ısınıyor...
*
1939 Erzincan ve 1999 Gölcük Depremi’nden sonra büyük
deprem felaketini yaşıyoruz. Uzunca bir süredir hiç bu kadar “nefessiz
mâtem” tutmamıştık.
Dünden
beri 7,7 ve 7,6’lık zelzelelerle enkaz altında kalan yüreklerimiz yanıyor.
Sadece Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis,
Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır değil, bütün Türkiye
mahşeri yaşıyor.
Enkaz altında kalanlar bir mucize umuyor; çığlıklarına ses, toza bulanmış bedenlerini
umuda taşıyacak bir el bekliyor.
Umudun ayazında anaların, babaların, kardeşlerin, yârların, evlatların yürekleri
yanıyor, gözlerinden kan damlıyor. Yine de umutlar kesilmiyor. Gündüzü olmayan geceler boyunca
hep, “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım” (Yûsuf, 86) duası arşa yükseliyor.
“Bu bir
imtihan, yâ Rabbi!.. Bu imtihanı bizlere kolaylaştır…” yürekleri dağlıyor…
Ve hiç şüphesiz “Allah sabredenlerle beraberdir”.
(Bakara, 153)
Kanlı gömleklere
sarılı “beton tozuyla alınmış abdestli bedenleri” devasa
enkazların altından birer birer çıkarılıyor.
Ateş sadece düştüğü yeri değil, bütün Türkiye’yi
yakıyor.
Feryatlar, gözyaşlarına karışıyor.
İsyan edilmeden, Yaradana kafa
tutulmadan, metanetle “kader”e
boyun eğiliyor.
***
Fakat “isyan” için fırsat kollayanlar; hiçe sayıyor evlatsız, babasız,
annesiz, eşsiz, kimsesiz kalanların mâtemlerini. Nefretlerini, kinlerini
kusarak, tek yürek olan Türkiye’yi
yıkmaya çalışıyor!..
Tıpkı, 17 Ağustos
1999’da meydana gelen büyük depremden sonra, “İsyanımı bağışla Tanrım, tevekkül gelmiyor
içimden... Taş üstünde taş bırakmayan gazabın enkaza çevirdi yurdumu...
Hiddetine amenna, lakin nerde merhametin?.. Hadi biz tövbekar olmadık, diklendik
adaletine, sual ettik hükmünden, küfre ve günaha bulandık; ya ömrünü sana
tapınmaya vakfetmiş kullarından ne istedin?.. Merhametin bu kadarsa, al senin
olsun!..” isyanıyla “Allah’a hesap sorma” cüretini gösteren
Can Dündar gibi...
Tıpkı, “Bu olan biten normaldir, hatta müstahaktır
denilebilir. Türkiye Tayyip Erdoğan’la layığını bulmuştur...” ifadeleriyle Soma’daki faciayı “oh olsun”a bağlayan Yılmaz
Özdil gibi...
Tıpkı, “Pazar sabahı günümüz aydın olamıyor: şimdi
de bir şehit lafı icat ettiler ki isyan edilmesin. Onlar ne şehit ne gazi. Kar
yoluna gitti Niyazi...” tweetiyle Soma’da şehit olanlarla dalgasını geçen
Yazgülü Aldoğan gibi...
Böylelerinin âziz millet verdiği kıymet işte bu!..
***
Bir taraftan ayakta ve hayatta
kalanların yaralar salılırken, diğer taraftan enkazların
derinliklerinde “Allah’ın Cennet karşılığı satın aldığı canlar” (Tevbe, 111) safına katılanlar
nasibi olanlara ölümleriyle ders veriyor.
Türkiye beton tozuyla kınalanmış canlarının “ölüm uykusu”na dalışlarıyla, bir
kez daha tek yürek oldu. Kavlî ve fiilî dualar sağanak olup yağdı. “Ölü evinde ağlamayı, düğün evinde gülmeyi”unutmaya başlayanlar, “sonsuzluğa
yürüyenler”in yerine kendisini koyarak bundan ders çıkartmak için bir
fırsat yakaladı. Hâlâ nefes alıp verebilen zifiri karanlığa bürünmüş vicdanlara yeniden “beyaz
bir sayfa” açabilme imkânı doğdu.
***
Vefat edenlere rahmet, yaralılara acil şifâ, mâteme
gark olanlara sabr-ı cemil niyazıyla...
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Bakara, 156)
“Biz hiç şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve
O’na döneceğiz.”
*
2 gündür aralıksız
sürdürülen arama kurtarma çalışmalarına rağmen acımız büyük. Bütün gayretlere,
devlet ve milletin omuz omuza olmasına rağmen depremlerin bilançosu çok ağır.
7,7 ve 7,6’lık depremin
ardından bugün itibarıyla;
312 artçı deprem meydana
geldi.
5 bin 775 bina yıkıldı.
4 bine yakın kişi
hayatını kaybetti.
22 bini aşkın canımız
yaralandı.
MÂTEMDEYİZ...
MİLLETÇE BAŞIMIZ SAĞOLSUN.
***
DEPREM DEĞİL, TEDBİRSİZLİK ÖLDÜRÜR!..
Adapazarı’nda,
Gölcük’te, Yalova’da, İstanbul’da, Van’da, Elazığ’da, Malatya’da, İzmir’de
yaşanan görüntülerin bir benzeri bu sefer Kahramanmaraş, Adana, Osmaniye, Hatay, Kilis, Gaziantep,
Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Diyarbakır’da tekerrür etti. Milletçe bir kez daha
sözün bittiği yerdeyiz. Her zaman olduğu gibi devlet, millet el ele vererek
acıları paylaşıp, yaraları saracağız.
Unutmayalım
ki, 10 vilayetin enkazı altında sadece
orada yaşayanlar değil, tüm Türkiye kaldı. Gün “Deprem değil, tedbirsizlik öldür” gerçeğini slogan olmaktan
çıkarıp, kişi ve kurumlar bazında hayata geçirme günüdür. Gün suçlu arama
değil, deprem yönetmeliğine aykırı yapıları yıkma günüdür.
Allah böyle yıkım ve acıları bizlere bir daha yaşatmasın.
***
BUNCA
AZGINLIK NEDEN?...
İnsanlık
ağır bir imtihandan geçiyor; âdeta küçük kıyamet yaşanıyor. Koronavirüs
(Kovid-19) salgınıyla ölüm tarlasına dönüşen dünyada; savaşların, katliamların,
felâketlerin ardı arkası kesilmiyor. Öyle bir süreç yaşıyoruz ki, insanlık ancak
ölündüğü zaman kıymete biniyor.
Bizi
bir kaşık suda boğmaya kalkanlar başımıza gelen felâket sonrası timsah
gözyaşlarıyla mâtemimize ortak oluyor. İnsan kalabilmek için illa sarsılmak,
illa felâkete maruz kalmak, illa ölmek mi gerekiyor?..
Sonu
ölüm olan bu dünyada insanca yaşamak varken, bunca azgınlık neden?!..
***
İSTANBUL
DİKEN ÜSTÜNDE!..
Marmara Bölgesi yüklendiği stresle 30 milyon insanı tehdit
ediyor... Bölgenin kalbi İstanbul, diken üstünde!.. Artık depremle birlikte,
ani yağışların tehdidi altındayız; sadece İstanbul değil, bütün Türkiye. Vakit
hamaset değil, depreme karşı önlem alma vakti... “Çök-Kapan-Tutun”dan daha fazlasını icra etmek gerekiyor. Sesimizi
duyan var mı?!..