Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.76
Gram Altın
2964.61
BIST 100
9654.08
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Temmuz 2020

Yüzellilik Bir Yazar: Refik Halit Karay

Bugün Refik Halit Karay’ın vefatının 55. yıl dönümüdür. 18 Temmuz 1965’te edebiyatımızın, Türkçemizin kavî ve korkusuz kalemi, millî edebiyatımızın sembol isimlerinden Refik Halit Karay’ın kalemi sustu. Rahmetle anıyoruz.

“14 Mart 1888’de İstanbul Beylerbeyi’nde doğdu. Babası maliye başveznedarı ve Bank-i Osmânî-yi Şâhâne nâzırı, Mevlevî tarikatına mensup Mudurnulu Mehmed Hâlid Bey, annesi Kırım Giray hanları sülâlesinden gelen Nefise Ruhsar Hanım’dır. Aile Karakayışoğulları diye bilindiğinden Refik Halit de bir süre Karakayış soyadını kullanmış, daha sonra bunu Karay’a çevirmiştir.”

İyi bir eğitim alan Karay, memuriyeti olmasına rağmen korkmadan eleştirmiş, yazmış, muhalifliği ile anılmıştır. Meşrutiyet’in ilanından sonra memuriyeti bıraktı, “Servet-i Fünûn ve Tercümân-ı Hakîkat gazetelerinde çalıştı.” Geçimini kalemiyle sağlayan bir yazardır. Kendisi de “Son Havadis” isimli bir gazete çıkarmıştır. Kısa süre de olsa Fecr-i Âtî topluluğunda bulunmuştur. “Kirpi” takma adıyla birçok dergide siyasî hicivler yaptı, bu sebeple de ardı ardına sürgünler yaşadı. Bu sürgünler Karay’ı yıldırmamıştır. Bildiği yoldan ilerlemeye devam etmiştir.

“İttihat ve Terakkî iktidarı, Mahmud Şevket Paşa’nın katli hadisesiyle suçlananlar arasında onu da Sinop’a (1913), arkasından Çorum’a (1916) sürgün etti. Bu sürgün kendi isteğiyle önce Ankara’ya (1917), daha sonra Bilecik’e (1917-1918) çevrildi. Fırkada sözü geçen Ziya Gökalp’in aracılığıyla sürgün cezası kalkmaksızın İstanbul’da ikametine izin verildi (1918).”

Refik Halit, İttihat ve Terakkî’yi şiddetle eleştiren bir isimdir. Kendisi, Hürriyet ve İtilâf Fırkası’na üye olmuş ve bu partinin hükümeti döneminde iki defa “posta ve telgraf umum müdürlüğü” görevine getirilmiştir. Refik Halit, durmadan yazan, eleştiren bir muhaliftir. Birçok yerde yazmasına rağmen kendi çıkardığı dergiler de olmuştur. “Aydede” isimli mizah dergisini çıkarmıştır. Kuvâ-yi Milliye’yi desteklemediği ve onların lehine gönderilen telgrafların iletilmemesi emrini verdiği iddiasıyla Millî Mücadele sonunda çıkan “Yüzellilikler” listesine girmiştir. Refik Halit, bu liste çıkmadan 9 Ekim 1922’de Türkiye’den ayrılmış ve Beyrut’ta bir yere yerleşmiştir.

Refik Halit, memleketten ayrı kalmasına rağmen bulunduğu yerde Türkiye lehine yazılar yazmıştır. Özellikle Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı konusunda destekleyici yazıları dönemin hükümeti tarafından takdir edilmiştir. Daha sonra çıkan af kanunu sebebiyle sürgün hayatı sona ermiş ve Türkiye’ye dönüş yapmıştır (1938). Türkiye’ye dönüşünden sonra yine yazmaya devam etti, Aydede isimli dergisini bir süre daha çıkardı (1948-49). 18 Temmuz 1965’te vefat etti.

Refik Halit, Türkçemizin en sağlam kalem ve kalelerindendir. Geçimini kalemiyle sağlayan ender yazarlardandır. Onun “Memleket Hikâyeleri ve Gurbet Hikâyeleri” edebiyatımızın en güzel hikâye metinlerindendir. Millî Edebiyatçılar, onun açtığı kapı ile Anadolu’ya açılmıştır. Hepimizin hafızasında derin izler bırakan eşsiz hikâye “Eskici”yi kim unutabilir? Hasan’ın mahzun hâline, memleket özlemiyle birlikte Türkçe özlemine gözleri dolmayan kimse var mıdır? Defalarca okuduğumuz ama her okuyuşumuzda ilk kez okuyormuşuz gibi hüzünlendiğimiz ve edebî zevki tattığımız başka hikâye var mıdır? Türkçemizin hakkını veren bir yazardır o. Ülkesi ve dili için görevini yapmıştır, sürgün yıllarında da ülkesi için gençleri organize etmiştir.

Eskici isimli hikâyesinde geçen diyaloglar içimizi sızlatıyordu, Hasan’ın sorduğu şu soruları unutmak ne mümkün!

“Susuyor ve bakıyordu. Bir aralık nerede ve kimlerle olduğunu keyfinden unuttu, dalgınlığından ana diliyle sordu:

-Çiviler ağzına batmaz mı senin?

Eskici başını hayretle işinden kaldırdı. Uzun uzun Hasan’ın yüzüne baktı:

-Türk çocuğu musun be?

-İstanbul’dan geldim.

-Ben de o taraflardan... İzmit’ten!”

Eskici ile Hasan arasındaki konuşmalara yansıyan hâl, aslında Refik Halit’in içinde duyduğu gurbet acısıdır. Eskici işini bitirir ve ayrılmak üzere iken Hasan devam eder:

“Hasan, yüreği burkularak sordu:

-Gidiyor musun?

-Gidiyorum ya, işimi tüketim.

O zaman gördü ki, küçük çocuk, memleketlisi minimini yavru ağlıyor... Sessizce, titreye titreye ağlıyor.”

Hikâyenin sonunda geçen şu cümleler Refik Halit’in iç dünyasını ele vermektedir:

“Bunu işiten çocuk hıçkıra hıçkıra, katıla katıla ağlamaktadır; bir daha Türkçe konuşacak adam bulamayacağına ağlamaktadır.

-Ağlama diyorum sana! Ağlama.”

Hikâyelerinde böyle içli bir sesin sahibidir o. Romalarında da Türk toplum hayatındaki değişimleri ele almıştır. “Sürgün” romanı bir bakıma onun hayatından izler taşır.

Bugün Refik Halit, anılıyor, okunuyor ve biliniyorsa Türkçeye verdiği ömür iledir. Türkçeye dolayısıyla Türk milletinin kültür ve hayatına sıkı sıkıya bağlı olan Karay, bu tutumu nedeniyle de sürgün olmuş, “Yüzellilikler” arasına girmiştir. Affedilmiş olması onun suçlu olduğu anlamına gelmez, Türkçenin bekçisi, Türk milletinin de bekçisidir. Refik Halit’i ve Türkçeye ömür vermiş ve sonsuzluğa göçmüş tüm edip ve şairleri rahmetle anıyorum. Vesselam!

(Alıntılar, M. Orhan Okay’ın İslâm Ansiklopedisi için yazdığı makaleden alınmıştır. Bu vesileyle Orhan Okay Hoca’ya da rahmet diliyorum.)