Yuvarlanıp gitmek!..
Geçmişte
neler yaşadığını hatırlayabilen ve geleceğe dair plânlar yapabilen tek canlı
insan.
Günün
birinde öleceğimizi bilmek gibi bir “ayrıcalığa” da sahibiz.
Cennet,
cehennem inancının olup olmamasına ve inancın derecesine göre değişen ruh
hallerimiz var ama hepimiz günün birinde öleceğimizi, an be an oraya
yaklaştığımızı biliyoruz.
Etrafımızdaki
her şey “kurmaca” gibi…
Birkaç
on yıl evvel çekilmiş ve bugün hâlâ ekranlarda olan filmlere baktığımızda,
başrol oyuncusundan figüranına kadar nice tanıdık simanın bir daha geri
gelmemek üzere aramızdan ayrıldığını görüyoruz.
Yakınlarımız,
uzaklarımız, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz, âşık olduklarımız, nefret
ettiklerimiz…
Ne
varsa ölüyor…
Hücrelerimiz
yenilene yenilene ölüyor…
Her
an ölüyoruz…
*
Ne
var ki hayat da devam ediyor…
Bir
keresinde, dert üstüne gelen dertleri “savmak” için,
“Ne yapalım, ölene kadar
idare edeceğiz!” demiştim.
Bunlar
doğru sözler değil ama…
İnsanın
ağzından bazen, “Ört ki ölem!” deyimi çıkıveriyor.
Halbuki,
“ölümün de hayırlısını” dilemek
lâzım.
En
güzel şekilde, ağızdan en güzel kelimelerin döküldüğü anda, güzel ölüm.
*
“Ne var ki hayat da devam
ediyor!”
İnsan,
doktorların “Maalesef ümit görünmüyor!” dedikleri hastalığın pençesinde
olduğunu bilse bile susuyor, acıkıyor…
Bu
durumda bile çalışmak zorunda kalabiliyor.
Böylelerini
bilirim, doktorları yüzlerine “Çok az
ömrünüz kaldı maalesef!” dedikleri halde, yüklendikleri “ailenin geçim derdi” yüzünden,
işlerine gidip gelen kardeşlerim olmuştur.
Amansız
bir hastalığın pençesindeki bir “yakın
arkadaşımın”, ölümünün ardından çocuklarını uğraştıracak “vergi, vesaire” borçlarının kalmaması
için son günlerine kadar çabaladığını öğrendiğimde bir acayip olmuştum.
İnsan
böyle bir hastalığa yakalanmış olsa, gece gündüz “büyük hesabı” mı düşünür,
yoksa o halde bile yakasını bırakmayan “dertlerle”
mi uğraşmak mecburiyetinde kalır?..
Bugünlerde
iyice sıkıntıda olan “esnaflardan”
birinin başına –Allah korusun- böyle bir durum gelse…
Etrafı
temizlemesi, boynuna ip gibi geçirilmiş mükellefiyetlerden kurtulması için
vakit yeter mi, belli değil…
Bizler,
ölüme doğru hızla yürürken, hatta bize “en fazla şu kadar yaşarsın” denmişken
bile…
Sürekli
olarak “tetikte” olmak mecburiyetinde kalıyoruz.
Ağızlarımızdan
hangi “ulvî” kelimeler dökülürse
dökülsün, endişelerimizden büyük bölümü de “dünya hayatı”nda kalacak şeylere dair oluyor.
Çünkü…
Her
ne olursa olsun, “hayat devam ediyor.”.
Bizler
de, çeşitli rollerle sürdürdüğümüz bu hayatın içinde yuvarlanıp gidiyoruz.
Bu,
“yuvarlanıp
gitme” hâli, bir yönüyle “iradesizliğe”
işaret ediyor.
Hiçbirimiz,
hadi abartmayalım, çoğumuz, inançlarımızın gösterdiği doğrultuda yaşamıyoruz.
Geçtiğimiz
günlerde, “çalıştığı gazetenin çok kızdığı” bir topluluğa mensup insanlar
aleyhinde çokça haber yapan bir meslektaşıma “Yazdıklarını okuyorum. Bazılarında iddia var, ispat yok. Biliyorsun,
inancımız bize, iyice araştırmayı, emin olmadan kanaat belirtmemeyi emrediyor.”
dedim.
Okuduğum
haberlerden birkaçını da misal olarak gösterdim.
Dedi
ki, “Abi, böyle gidiyor! Onların bizim
tarafla ilgili yazdıklarına bir bak, hiç dinliyorlar mı, insaf vicdan!”
Doğrusu
denilebilecek bir lâf kalmıyor bu durumda.
“Karşı
tarafın”, inancımızın emirlerine aykırı tutumları, “onlar gibi olmadığı”
iddiasındaki bizlere “örneklik” mi
teşkil etmeli?..
Biz
bir şeyleri niçin yapıyoruz?
Allah
rızası için mi, yoksa birilerinin hoşuna gitmek, mesleklerimizde daha fazla
ilerlemek, daha fazla şöhret olmak, daha fazla para kazanmak için mi?
*
Hayat
devam ediyor.
Nefsin
arzuları bitmiyor.
İhtiyaçlar
ve masraflar da gittikçe artıyor.
Ortam,
her birimizi “inancımızdan daha fazla
uzaklaşmaya” zorluyor!..
Böyle giderse…
İnancımızın
reddettiği ve başlarımıza dert olan “amaca giden her yol mubahtır” anlayışı,
söylemde ne kadar karşı çıkarsak çıkalım, uygulamada daha fazla yer bulacak
gibi.
“İyi niyet taşları ile
döşeli” o
yolda “yuvarlana yuvarlana”
ilerleyecek… Halimizi hatırımızı sorduklarında da, “yuvarlanıp gidiyoruz işte” diyeceğiz
böyle giderse…
*
Ah,
inancım.
Sana çok muhtacım.