'Yürü kardeşim, ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin'
Merhum Mehmet Akif İnan, yıllar öncesinde kaleme aldığı “Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde / Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu / Varıp eşiğine alnımı koydum / Sanki bir yeraltı nehri çağlıyordu.” şiirini bu günleri ön görerek yazmadı. O zamanlardan beri Mescid-i Aksa, siyonistlerin zulümlerine maruz kalmakta ve Kudüs, boynu bir çocuk misali ümmetin gözünün içine bakmaktadır.
Kararmış dünyanın
beyaz umudu olarak dünyanın tam merkezinde durmaktadır Kudüs ve kalbinde mühür
olarak Mescid-i Aksa’yı taşımaktadır. Üstad Sezai Karakoç’un “Ve
Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir. / Tanrı şehri ve bütün
insanlığın şehri.” dediği yer, şimdi zulmün postalları altında
ezilmektedir. Mescid-i Aksa, ümmetin kanayan yarası olarak her dem içimizin en
hazin yerindedir.
Her yanı hüzün,
her yanı kan ile sulanan bir coğrafyada yaşamak, yaşam ile ölüm arasında her
dem ölümle randevulaşmak gibidir. Bazen insana, ölmekten ziyade unutulmak,
terkedilmek, yalnızlaştırılmak daha çok koyar. Kudüs de bugün öyle yalnız, öyle
hüzünlü… Kendi derdinden ziyade ümmetin haline ağlamaktadır bugün.
Biz, bizim olana
sahip çıkmadığımız müddetçe hiçbir zaman biz olamayız. Biz birbirimize kulp
takmakla uğraşırken birileri çıkıp ömrümüze kelepçe takar. Bugün de Kudüs’e
kelepçe takılmaktadır.
Hemen yanı başımızda
Suriye’de, on yılı aşkın süredir devam eden savaşın taraflarına baktığımız
zaman, öldüren de Allah diyor, ölen de Allah diyor, zafer naraları atan da
Allah diyor, ağıt yakan da Allah diyor, mezarı kazan da Allah diyor, gömülen de
kendini şehit sanıyor. Bize de sistemin kurduğu twitterdan başsağlığı dilemek
yahut durumu tel'in eden edebiyat kokulu twettler atmak kalıyor. Daha dün
Afganistan'da yaşanan da buydu, yarın başka bir İslam ülkesinde yaşanacak olan
da bu. Yusuf İslam, bu elim halimizi ne güzel özetlemiş: “Müslümanlar birbirleriyle
savaştıkça; ağıtlar Kürtçe, Türkçe ve Arapça, zafer çığlıkları İngilizce ve
İbranice olacaktır.”
Dengeler diye diye
dengesizleştiğimizi fark etmeden yaşamaya devam ediyoruz. Ki bunun adı
yaşamaksa!
Ümmet derken dahi,
dilimizin ucuyla geçiştiriyoruz cümleleri. Ruhumuzu kaybettik, kardeşliğimizi
yitirdik, eleştiri kıvamında sulusepken edebiyatlarla, bol kelimeli mezarlığa
çevirdik hayatımızı. Hepimizin üzerine ölü toprağını kendimiz serpiyoruz ve o
toprağın altında ümmet bilinci tonunda bol okkalı, tokmaklı sözler sarf ederek,
ölmüş halimize, olmuş kıvamında nutuklar atıyoruz.
Zalimin
merhametine sığınmak gibi bir budala hale büründük. Zalimin asli görevinin
zulüm olduğunu unutarak, celladımıza aşık olduk, Stockholm Sendromu tadında
acizlik naraları atıyoruz.
Öldürülüyoruz,
öldürülürken dahi ruhumuza meydan okuyorlar. Ruhumuza meydan okurken de
canımıza okuyorlar. Biz ise umudu zalimin vicdanında arıyoruz.
Yüce Allah, “Ey
kulum, bu kadar zulüm varken, sen ne yaptın?” diye soracak olsa, “Zalimin
merhamete gelmesi için dualar ettik mi?” diyeceğiz? Böyle dediğimiz zaman da
sorumluluktan kurtulabilecek miyiz?
Mübarek Ayımız
dediğimiz her Ramazanda, siyonist İsrail, gözümüzün içine baka baka, Ümmete,
İslam’a meydan okurcasına zulüm işliyor ve biz ise her yıl olduğu gibi bu yıl
da yine kendi sistemleri üzerinden sitemlerimizi beyan ediyoruz. Onlara
kahrolsun dedikçe kahrolacaklarını düşüne düşüne biz kahroluyoruz. Ne ala bir
sitem.
Şu soruyu
kendimize sormak gerekiyor; Mescid-i Aksa'da eli bağlanan gençler mi esir,
yoksa bütün İslam Ümmeti mi? Cemaatin elleri kelepçelenirken sessiz kalan
Müslümanlar, yaşadıkları yerlerde ne kadar özgür?
Bugün, boynu
bükükse Kudüs, boynu bükükse Filistin, o vakit yetim olan sadece Mescidi Aksa
değildir, ümmetin boynu bükük ve yetim olması gerekir. Kudüs esirse, Ümmet
esirdir.
Bugün Selahaddin
Eyyubi’yi, Abbasi Halifesi Mutasım’ı bekliyoruz diyorsak, en az onların
ordusundaki askerler kadar ruhumuzda Kudüs, Mescid-i Aksa sevdası olmak
zorundadır. Rabbim, Filistin'in, Ümmetin ve tüm mazlumların yardımcısı olsun
İlanihaye Kudüs,
Filistin’in başkentidir.
Ya Rabbi,
mazlumları muzaffer eyle. Amin.
Kudüs Şairi Üstad
Merhum Nuri Pakdil’in Anneler ve Kudüsler şiiriyle yazımı noktalıyorum.
ANNELER ve KUDÜSLER
Tûr Dağı’nı yaşa / Ki bilesin
nerde Kudüs / Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum / Ayarlanmadan Kudüs’e /
Boşuna vakit geçirirsin / Buz tutar / Gözün görmez olur / Gel / Anne ol / Çünkü
anne / Bir çocuktan bir Kudüs yapar / Adam baba olunca / İçinde bir Kudüs
canlanır / Yürü kardeşim / Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin.