Yurtdışı notlarım!
İki haftadır yurtdışındaydım. Almanya, Fransa ve Hollanda’ya yaptığım gezi-gözlem boyunca kültürlerini, yaşam tarzlarını incelemeye, olaylara bakış açılarını öğrenmeye, sorunlara yaklaşım metotlarını anlamaya çalıştım. Tabii okullarını da gezdim, eğitim sistemlerini de öğrenmeye çalıştım. Yediğim içtiğim benim olsun, gözlemlerimi sizlerle paylaşayım.
Yolu düşen olursa Dortmund’da Elektrik Müzesi’ni gezmenizi tavsiye ederim. Oberhausen’deki enlemesine de boylamasına da yaklaşık birer km uzunluğundaki AVM ihtişamı ile insanı büyülüyor. Recklinghausen’deki Gemi Asansörü’nü ağzı açık izlememeniz mümkün değil. Su seviyesi farklı olan iki nokta arasında geminin geçişini sağlamak için suyun kaldırma kuvvetine dayalı zekice bir mekanizma kurmuşlar Almanlar.
1880’li yıllarda Almanların kurduğu maden odacığı 1994 yılında kapatılmasıyla birlikte o günden bugüne dek 25 yıldır gece ışıklandırılmasıyla festivallere ev sahipliği yapıyor. Günlerce düşünsem bir maden ocağının ışıklandırarak akşamları festivallere ev sahipliği yapacak formata dönüştürmek aklıma gelmezdi. Hayretler içerisinde yaklaşık 150 metre yüksekliğindeki maden ocağının tepesine çıktık, Almanya ayaklarımız altındaydı.
Almanya’da hoşuma gitmeyen hususlar da vardı. En önemli eksiklik insanî münasebetler. İnsanları akşam 7, en fazla 8’den sonra dışarıda göremezsiniz. Evlerine çekilirler. Sözde dinlenirler. Sosyallikleri sıfır. Bizdeki gibi akşamları bir araya gelip oturup koyu bir muhabbete giriştiklerini asla göremezsiniz. Ayrıca gururları, kibirlerine de diyecek yok. Köln’de Aşıklar Köprüsü’nde yürürken fotoğrafımızı çeksin diye 3-5 Alman’a ricada bulundum, elleriyle “üzgünüm, hayır” dercesine reddettiler, çekmediler. Hele bir alış-veriş merkezinde çalışan birinden yardım istediğimde Almanca konuştuğu sırada, İngilizce bildiğimi, Almanca bilmediğimi söylediğimde “You look like Turkish man?” (Türk birine benziyorsun) diye yüzüme söyleyip burun kıvırıp yardım etmeden gitmesi şaşırtmıştı beni. Bizim, ülke olarak ne kadar da misafirperver ve yardımsever olduğumuzu bir kez daha anlamıştım o gün. İnsani değerlerimiz o kadar yüksek ki, Almanya’ya gidince çok daha iyi anladım. Suriyelilere kapımızı gönlümüzü açtığımızı anımsadım, ülkemle halkımla gurur duydum.
7 saatlik otobüs yolculuğunun sonunca Almanya’dan Paris’e de geçtim. Avrupa Birliği’ne üye bir ülkeye hiç yakışmayacak kadar kötü bir yerdi Paris. Sokakları inanılmaz derecede pis kokuyordu. Hele ki şehrin en önemli dini yapılarından biri olan Sacre Coeur Bazalikası’nın önü ve etrafı burun kemiklerini sızlatacak kadar ağır ve tuhaf kokularla kaplıydı. Charles de Guaulle Meydanı’nın ortasında bulunan Zafer Takı (Zafer Anıtı) ise görülmeye değer. Dünyanın en büyük sanat müzesi olan Louvre Müzesi de insanı büyüleyen bir ihtişama sahip. Mona Lisa tablosu bu müzede sergileniyor. Eiffel Kulesi gibi sembol haline gelmiş önemli bir yerin önüne, sırf fazladan turist çeksin diye plaj yapmaları ve kirli suda yüzdürmeleri ise şaşırtıcı değil. Çünkü Fransız halkının ne denli itinasız, temizliğe önem vermeyen bir halk veya devlet yönetimine sahip olduklarını sokaklarda rahat bir şekilde görebilirsiniz. Hele Senegal’den gelen halka –Müslüman olmaları nedeni ile– Fransız halkının iyi bakmadığı hatta dışladığı ve ara sokaklarda izci çadırlarında konakladıklarını görünce yüreğiniz burkuluyor.
Hollanda’ya da gitme, gezme fırsatımız oldu. Bugüne dek gördüğüm hiçbir ülkeye benzetemedim; çok farklı dinamiklerine ve özelliklere sahip bir ülke. Suyun üzerine kurulu bir şehir Amsterdam’ı gezmeye Dom Meydanı’ndan başladık. Her tarafta bisiklet kullanan insanlar var; Bisiklet kullanma oranı şaşırtıcı düzeyde. Geçiş üstünlüğü ne yayalarda ne araç kullanıcılarında, bisiklet kullanıcılarına ait. Üşenmeden saydım; bir dakikada önümden 150 bisiklet kullanıcısı geçti. Amsterdam’ın göbeğinde üç-dört katlı bisiklet otoparktı mevcut. Matematiksel bir hesap yaptım; 10 binden fazla bisiklet park edilmişti. Güzel bir ülke olsa da bir daha Hollanda’ya gitmek istemem. Uçkura düşkün bir ülke olmaları, halkı buna özendirmeleri ve ülke politikalarını bu minvalde işlettirmeleri ve ülkeyi daha çok uçkuruna düşkün turistlerin ziyaret etmesi yönünde cazip hale getirmeleri nedeni ile… Hollanda’nın başkenti Amsterdam’a yolunuz düşerse Dom Meydanı ve bisiklet otoparkını görmeniz ve tekne turuna katılmanızı öneririm. Bunlar dışında başka bir faaliyete katılmanızı veya başka bir yeri gezmenizi pek önermem. Ara sokaklara doğru biraz açıldığınızda sokaklarda göreceğiniz ahlaki yozlaşmaya dair tablolar ile kendinizi zor affedeceğiniz bir pişmanlığı yaşayabilirsiniz.
Haftaya ise bu üç ülkenin eğitim sistemleri üzerine gözlemlerimi yazacağım.