Yürekli yüreksiz
Doğup büyüdüğüm memleketim Maraş’tan acı tatlı haberler
almaya devam ediyorum. Acı olan haberlerin başında yıkıntının büyüklüğü ve hala
enkaz altında hemşerilerimizin olması. Umutlar azalsa da enkaz altında
yakınlarından müjdeli haberler bekleyenlerin bekleyişi ise başka bir duygu.
Doktor olan yeğenimin ifadesi; ”Dayıcığım enkaz başında bir
umut beklemenin çaresizliğini anlatmak mümkün değil. Amcam yengen ve
kuzenlerimin enkazın altında günlerce yaşayıp yaşamadığını bilmeden beklemek
gerçekten zor” derken ses tonundan verdiği mesajın ağırlığı karşısında
duygulanmamak ne mümkün.
Tüm bu acıların içerisinde gelen güzel haberler olmasa,
sanırım bu zor günlerin insan psikolojisinde yapacağı tahribat daha büyük olur.
Dayımın oğlu anlatıyor;
“Vadem yetmemiş, canım kurtuldu ama evim yıkılmış.”
Ağlıyor ama evine değil.
Devletimizin büyüklüğüne, naçar olan vatandaşların
yaralarını sarmak için tüm birimleri ile gece gündüz demenden var gücü
çalıştığını ve zor günlerde yurdun dört bir yanından koşarak bölgeye gelen
gönüllülerin anlatılması mümkün olmayan çaba ve gayretlerine ağlıyor.
Nasıl bir millet olduğumuzun aslında gerçekliğini yaşıyor ve
ağlıyor.
Delip geçse de deprem bıraktıkları ile daha çok konuşulur,
enkazdan kurtulanların yaşadıkları ile kitaplar yazılır.
Ülke insanı TEKYÜREK olmuş.
Çarşamba akşamı bunu bizzat ispat etti.
Kimi kumbarasını açtı, kimi cep harçlığını kimi de kıt
kanaat geçindiği maaşından gücü oranında yapılan büyük bağışlara garnitür oldu.
Garnitür deyip geçmeyelim.
Yediklerimizin içtiklerimizin tadıdır.
Yemeğin garnitürü tuz biber ve baharat vs…
TEKYÜREK olmuş milletin bu duruşunda rahatsız olanlarımızın
olmasını anlamakta çok zorlandım.
Deprem gibi yıkıcı bir afet TEKYÜREK olmamız için yetmiyorsa
daha büyük bir afet mi bekleyelim.
Nedir bunun cevabı?
Bilenlere soruyorum.
TEKYÜREK olduğumuz gece geç saatlere kadar bekledim.
Babayiğitlerin Anayiğitlerin sesini duyarak içimi
ferahlatmak istedim.
Bütçesi kabarık belediyelerden de bir umut bekledim.
Hele mangalda kül bırakmayan, memleketin iliğini sömüren
sırca köşk sahibi TÜSİAD cılardan çok ama çok şeyler bekledim.
Başkalarından da bekledim.
Gezicilerin tüm masraflarını karşılayanlardan bekledim.
15 Temmuz gecesi benzin ve ATM kuyruklarında bekleyen
güruhtan bekleme gafletinde bulundum.
Solcu laik Kemalistlerden bile bekledim.
Neden?
Çünkü depremin tahribatının büyüklüğü yüreklerde ciddi
daralma ve yara oluşturdu. Günlerce televizyonlarda bu sızı büyüdü ve
tedavisinde de vermek, varından yoğundan dağıtmak var.
Vermek aslında zor olsa da yüreklerdeki daralmayı bir nebze
de olsa hafifletir.
Çok garip ama o gece bazılarının cebine akrep girmiş olmalı
veya yüreklerde sızı veya yara olmamalı ki vermediler ya da.
Veremediler.
Kimi kininden, kimi hükümete yakın görünme korkusundan, kimde
dinsizliğinden gâvurluğundan vermedi.
Biz dinlisi dinsizi, laiki, kemalisti, şucusu bucusu ile bir
devletiz.
Hem de öyle bir devletiz ki, içerden dışardan mebzul
düşmanlarının açık gizli yıkıcı faaliyetlerine rağmen bir türlü yıkılmıyor
hatta her bir faaliyet bizi daha bir güçlü hale getiriyor.
Bunun yakın tarih örnekleri ile makalemi sonlandırıyorum.
Gezide başaramadınız.
17 / 25 Aralıkta başaramadınız.
Rahip krizinde başaramadınız.
Garanti bu kez iş tamam dediğiniz 15 Temmuz’da da başaramadınız.
Ülkemizi yasa boğan yüzbinlerce canımızı alan bu son
depremde de çok umutlandınız, salyalarınız aktı ama yine başaramadınız.
OHAL’i engelleyerek başarmayı denediniz.
Çok şükür yine başaramadınız.
Başaramayacaksınız.
Sağlık ve mutluluk dileklerimle.