Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.34
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Nisan 2019

Yunus'tan Şikâyet Var

Telafisi mümkün olmayan yaralar açıyoruz kalplerimizde. Sözümüzü bir ok atar gibi gerile gerile fırlatıyoruz karşı tarafa. Karşı taraf ve biz, ikiye bölünüyoruz sürekli. Nefret silahıyla donanarak çıkıyoruz meydanlara. Selamı kesip, nefreti seçip nereye gidiyoruz? Aynı toprağın, aynı hamurun insanları iken, kendimize yeni adresler aramak derin yaralar açmakta. Onarılmayı bekleyen, yıkılmaya başlamış yanlarımız gittikçe gidiyor, düştükçe düşüyor, çöktükçe çöküyor.

Sûretimizde hüznün derin izleri var. Yüzlerimiz asık, kalplerimiz buruk. Ruhumuzu saran derin acılara ilave olan yalnız kalma endişesiyle yol almaya çalışıyoruz. Yol alamıyoruz, yoldan dönemiyoruz, yolda kalıyoruz.

Zamanla inatlaşılmaz. Yoruyoruz, yoruluyoruz. Beden elbisesi eskiyor, ruhumuz bîtâp düşüyor ama farkına varamıyoruz bu değişimin. Bir dost eli değse elimize hafifleyeceğiz. Sağımız başka yerde, solumuz başka. Gerçeklerden kaçıyoruz. Duymuyor, görmüyor, hissetmiyoruz. Duygularımız canımızın çekilmesi gibi çekiliyor tenimizden. Diğerinin acısını görmeyen insan kendisine de yabancıdır. Aslında kendimizden kaçarak başlıyoruz. Kaçışımız asabîleştiriyor bizi.

Katılaştıkça katılaşıyoruz. Bedenimizde ruh mu var, yoksa buz mu? Buzun soğuttuğu içimizde yine buzlar parçalanıyor. Biz parçalanıyoruz, fırlatılıyoruz çok uzak diyarlara. Ateşe fırlatılan Hz. İbrahim’deki iman ve umuttan bize intikal eden ne kaldı? İbrahimî iman diyoruz da ne yapıyoruz? Haktan uzaklaşıp neye yakın oluyoruz? İçimizi kasıp kavuran nefret söylemleriyle çölleşiyoruz, çölleştiriyoruz.

Yunus’un dilini kullanıyoruz. Onunla aynı dili kullandığımızı unutuyoruz. Aslında ne kadar şanslıyız, onunla aynı dili kullandığımız için. Temiz Türkçemiz, güzel dilimiz Yunus ile dünyaya sevgiyi aşılarken, bizler aynı dili nasıl olur da zehre çeviririz? Yunus’un bizden şikâyetçi olmayacağını mı zannediyoruz? Âşık Veysel’in nicesine sarılıp da bulamadığı dostlar nerede? Yine toprak mı düştü bahtımıza? Gerçi toprak da kalmadı, hazanda düşen yaprak da. Hüznü bile yaşayamıyoruz, hüzün bile uzaklaşıyor bizden.

Özellikle sosyal medyada kullandığımız dil, dil olmaktan çıkıp kirlenmiş ve zehirli bir silaha dönüşmüştür. Bu dönüşümün sebebi de bizleriz. Özensiz kullanarak zayıflattığımız dilimizin tesiri de azalıyor.

“Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı/Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz” diyordu Yunus. Şimdi aynı dili kullanan bizler sürekli kırıp döküyoruz. Kâinatta her şeyin bir hakkı vardır muhakkak. Kullandığımız dilin de hakkı olmalıdır. Bir tarafta Türkçenin hakkını veren Yunus, diğer tarafta ise sevgi dilini, sövgü diline çeviren çağımızın insanı. Türkçemiz, kendisine ihanet edenlerden hakkını soracaktır. Her ses, her kelime, her cümle hakkını soracaktır. Yunus da hakkını soracaktır.

Takdir yerine tekdiri; sevgi yerine sövgüyü tercih edenlerden olduk. Dostlarımızın başarısızlığını konuşur olduk. Bir selam ile kalbe dokunmayı, hasbihâl ile hüznü azaltmayı unuttuk.

Tenha yerler arıyoruz. Saf ve kirlenmemiş sözlerle başlamak için hançeremize takılan sesleri ikna etmeye çalışıyoruz. Bir mucize olan dilin sahibi insan, kendisine bahşedilen dilinin hakkını nasıl vermeli? Yunus’a bakmalı, onunla dildaş olduğumuzu unutmadan söylemeli ve yazmalı. Aksi halde Yunus bizden şikâyetçi olacaktır.

(Bu haftaki tavsiye kitabımız, “Bildim ki nasibim yalnız sen/Ekmeğim senden gelirmiş/İnsan uyuyabilirmiş/İzin verirsen” diyen Cahit Külebi’nin “İçi Sevda Dolu Yolculuk” isimli kitabı)