Dolar (USD)
34.72
Euro (EUR)
36.57
Gram Altın
2959.55
BIST 100
9886.05
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Aralık 2024

​Yukarı düşerken.

Kendini, hayatın içinde olan biten her şeyin fizik kanunları ile açıklanabileceğinin iddia ve ispatına adayanların, ‘yukarı düşme’ derken ne kastedildiğini anlamaları beklenemez elbette. Bu idrak kabiliyeti, insanın yukarı düşüşünün aslında ruhun yükselişini ifade ettiğinin anlaşılmasıyla ancak gelişebilir.

Şafiî âlimlerinden Ahmed Sem’ani, Allah’ın Hz. Âdem’i cennetten tüm çocukları ile birlikte oraya geri dönme vaadiyle çıkardığını söyler. Bu vaat, istikamet şeridinden sapmamış “insanlığını muhafaza edebilmiş insan’ için geçerlidir ve kıyamete kadar sönmeyecek bir umut ışığının varlığını, insanın Yaratıcı nezdinde ne kadar önemli olduğunu gösteren en açık işarettir. Böyle olmasına rağmen insan, bunu kendine bahşedeni, “özgürlüğünü” sınırlandıran bir güç olarak görür. Bu, modern insanın bir türlü içinden çıkamadığı labirentidir.

Modern dünyanın argümanları ile kendimizi savunmamız, aynı zamanda savrulmamızın da şiddet ve frekansını belirliyor. Her dönem şiddeti artan bir tekrarın içinde yeni yerlere savruluyoruz. Senin yerin burası denilen her yer aslında olmamamız gereken yer. Buna rağmen biz yine de orada kalabilmek için tırnaklarımızı uzatıyoruz. İllüzyonlar tırnağımızı geçirdiğimiz yerin bizi tepetaklak aşağı düşürecek zemin olduğunu ustalıkla gizleyebiliyor.

Hz. Âdem dünyaya düştüğünden beridir, insan ne düştüğü yerin farkında ne de bu yerin aslında bir önceki konumuna tekrar geri dönmek için bir fırsat olduğunun… Tırnağımızı kopartırcasına tutunmaya çalıştığımız dünya, insanın yukarıya doğru düşmesini sağlayacak her şeyi göz önünden kaldırırken, aşağıya düşürecek tüm engelleri şaşaalı gösteren düşünceler icat ediyor.

Modernite, insanı aşağı doğru düşürecek uçurumları janjanlı gösterip hazları peşinde koşturan ve ruhu kendi bedenine dahi yabancı edecek kurgusuna rağmen baş tacı ediliyor. Bedenin tek başına hükümran oluşu, insanın hedefini, düşüş yönünü aşağı yönlü olarak tashih ediyor. Neyse ki ruhumuz, ne bu durumdan memnun olacak ne de kendini yok edecek müdahalelere açık bir şekilde yaratılmadı.

Yukarı düşme metaforu, insanın ceplerini doldurmak için gösterdiği çabanın ne kadar beyhude olduğunu da gösteriyor. Belki de gözümüzden kaçan en önemli nokta budur. Ne kadar dünyalığa sahip olursak olalım hep fazlasını istememiz, hırslarımız, bitmek tükenmek bilmeyen isteklerimiz… Bunların hepsi bedenimizi ruhumuzdan keskin çizgilerle ayırmamızdan, yani gözümüzün hep aşağıda -dünyada- olmasından ötürü değil mi?

Evet, insan yukarı ya da aşağı yöne düşecek şekilde yaratıldı; ya aşağıya düşüp insanların nezdinde ve sadece dünyada yükselmiş olacak ya da hem dünyada hem de ukbâda yukarıya düşmüş olacak. Oysaki çeşitli illüzyonlarla iradesi elinden alınan insanın kendi başına doğru bir karar veremeyeceğini, dünyanın geldiği noktadan anlayabilmek mümkün.

İnsanın nisyan kökünden gelmesi, dünyanın insanı yukarı düşürmeyecek şekilde kurgulanmış bir illüzyondan ibaret olduğunu açıklamaya yeterli gelmiyor. Dünya hakkındaki bilginin, kutsal kaynaklardan değil; bilim, medya, popüler kültür, televizyon gibi düşüş yönünü aşağı çeviren ikincil kaynaklardan öğrenilmesi bu yanılsamanın anlaşılmasını imkânsızlaştırıyor.

Bugün dünya, aşağı düşerken ceplerini tutan insanın ve buna sebep olan modernitenin değil, yukarı düşmek için kendini ilahi olarak yerleştirilmiş mekanizmalara bırakabilen bir insan düşüncesinin özlemini çekiyor. Bu özlemi dindirecek ortam, insanın yaratılış gayesini anlamasıyla neşvünema bulacaktır.